TR

Özelleştirme ve Kuzey Amerika Ülke Örnekleri

ÖZET

 Bu çalışmada, özelleştirme kavramının tanımı açıklanmaya çalışılmış, daha sonra özelleştirmenin gündeme gelme sebepleri ve belli başlı amaçları üzerinde durulmuştur. Ayrıca özelleştirme yöntemleri ile ilgili bilgi verildikten sonra Dünya’da üretim dalında, haberleşme ve sağlık hizmetleri üzerine yapılan özelleştirme uygulamalarına dair örneklere yer verilmiştir. Ardından Kuzey Amerika ülkelerinden Amerika Birleşik Devletleri, Meksika ve Kanada’ da gerçekleşen özelleştirme yöntemleri ve özelleştirme uygulamalarına dair örneklere yer verilmiştir.

   GİRİŞ

            1930-1970 arası dönem bütün dünyada “Refah Devleti” olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde ekonomiler Keynesyen ve Post-Keynesyen ekonomi politikalarıyla beslenmiştir. Bu politikaların uygulanması sonucunda kısmen veya tamamen mülkiyet ve yönetimi kamuya ait olan Kamu İktisadi Teşebbüslerini oluşturmuştur. Mevcut ekonomi politikalarının çözüm yerine çözümsüzlüğe neden olduğunu ortaya koyan 1973 yılında yaşanan stagflasyon olgusuna özelleştirme çözüm olarak sunulmuştur.

Özelleştirme uygulamalarını sistemlerine ilk dahil eden ülkeler İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleridir. Daha sonra özelleştirme uygulamaları serbest piyasa ekonomisine sahip olan tüm ülkelerde uygulanmıştır. Devletin piyasa koşullarındaki ağırlığının azaltılması ya da tamamen piyasadan çekilmesi hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ekonomilerde olumlu sonuçlar ortaya çıkarmasının beraberinde olumsuz sonuçlarda ortaya çıkarmıştır. Olumsuz sonuçların ortaya çıkardığı problemler devlet açısından hala sorun teşkil etmektedir.

Bu çalışmanın birinci bölümünde özelleştirme kavramının ortaya çıkışı tarihsel açıdan incelendikten sonra kavram dar ve geniş anlamları çerçevesinde incelenmiştir. Özelleştirme kavramına dünya ekonomilerinin neden ihtiyaç duyduğu ve hangi amaçlarla özelleştirme yaptıkları detaylı bir biçimde incelenmiştir.

Çalışmanın ikinci bölümde, özelleştirme uygulamaları üretim dalında, haberleşme ve sağlık hizmetleri alanlarında ülkeler üzerinden örnekler verilerek açıklanmaya çalışılmıştır.

Son olarak çalışmanın üçüncü bölümünde, Kuzey Amerika ülkelerinde yapılan özelleştirmeye yönelik düzenlemeleri ve özelleştirme örneklerine yer verilmiştir.

1.ÖZELLEŞTİRME KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI

Özelleştirme kavramı popüler hale gelmesine rağmen tanımı ve kapsamı konusunda, teoride ve uygulamada tam bir görüş birliğine varılamamıştır. Bu durumun nedeni özelleştirme kavramının disiplinler arası bir kavram olması ve birçok disiplinin doğrudan ilgi alanına girmesidir. Doğal olarak da tanımlarda farklılıklar bulunmaktadır. Özelleştirme kavramının tanımlanmasında teoride ve uygulama da kabul gören iki yaklaşım vardır. Bunlar geniş ve dar anlamda özelleştirme tanımlarıdır. Özelleştirme uygulamaları da ülkeden ülkeye hukuki, ekonomik ve politik etkenlerin farklılıkları nedeniyle ayrı uygulamalarla gerçekleşmekte olduğundan farklı tanımlar ortaya çıkmaktadır (Çetin, 2007:1).

Uluslararası platformda 1970’li yıllarda baş gösteren uluslararası para ve döviz kuru sistemlerinin ekonomilerde gerekli kıldığı yapısal değişiklik sonucu yeni bir ideolojik strateji uygulama gündeme geldi. Sadece ekonomik değil, politik sonuçlar elde etmeyi hedefleyen stratejinin adı özelleştirmedir. Daha önce özelleştirme tartışma ve denemelerinde rastlanmakta ise de, ilk defa 1983 yılında Wehster’s New Collegiate Dictionary’ın 9. baskısında yer almış ve “özel hale getirmek sınai ve ticari hayattaki denetim ve mülkiyeti kamu kesiminden özel kesime aktarmak” olarak kullanılmıştır. Kelimenin ilk kullanışı ise Peter F. Drucker’in 1969 tarihinde basılan “The Age of Discontinuty” adlı çalışmasında “reprivatization” şeklinde olmuştur. 1976 da ise, Robert W. Poole, bu terimi “privatization” olarak ele alıp “Reason Foundation” isimli eserinde kullanılmıştır. 1980’li yıllardan itibaren gerek günlük hayatta, gerekse iktisadi ve siyasi literatürde çok yoğun bir şekilde kullanılmaya başlandı (Kavak, 2013:1).

Peter F. Drucker kaleme almış olduğu  “Yeni Gerçekler” isimli kitabında konuya ilişkin olarak şunları yazmaktadır:

“…..Devletin sınırlarına ilişkin tartışma, ilk kez A. Smith’in kitabından iki yüzyıl sonra ortaya atıldığında, yersiz belki de saçma diye ilgi görmedi. Aslında 1969 tarihinde çıkan “The Age of Discontinuty” başlıklı kitabımla bunu ilk ortaya atan ben oldum. Bu kitapta böyle bir şeyin ileride olabileceğini önceden görerek, öynetimlerin kamuya ait şirket ve sanayileri elden çıkarmaları anlamında kullanılmak üzere “özelleştirme” diye yeni bir terim uydurdum. Ama “The Economist” kitabının eleştirisini yaparken, düpedüz saçmalık ve gerçekleşmesi hiçbir zaman mümkün olmayacak bir şey diyerek bu düşünce ile alay etti. Bunun üzerinden ancak sekiz yıl geçmişti ki Margaret Thatcher İngiltere’de başbakan oldu ve hemen özelleştirmeye başladı. Özelleştirme, o günden sonra yalnızca, bayan Thatcher ya da 1986’da Fransa başbakanı olan Jacques Chirac gibi Muhafazakarların programı haline gelmekle kalmadı. Fransız Sosyalistleri 1988’de başbakanlığı yeniden aldıklarında özelleştirmeye devam sözü verdiler; hatta, işçilerden gelen katı muhalefete rağmen Fransa’da devletleştirilmiş en büyük sanayi olan Renault Otomobil Şirketini özelleştirme kararı aldılar. Özelleştirme Komünist Çin’in resmi politikası haline gelmiştir. Ve özelleştirme Yeni Zelanda’daki İşçi Partisi Yönetimince en ileri aşamaya getirilmiştir. Bu yönetim posta hizmetlerini bile özelleştirmiştir” (Suiçmez ve Yıldırım, 1993:16).

Özelleştirme kavramının ilk ortaya çıkışı ile ilgili bu açıklamalardan sonra özelleştirme tanımlarına geçebiliriz.

 1.2. Özelleştirme Kavramı

Özelleştirme kavramı daha önce de belirttiğimiz gibi birçok disiplinin ilgi alanına girmektedir. Özelleştirme genel anlamda dar ve geniş olarak tanımlanabilir. Ancak bu tanımlamalara geçmeden önce özelleştirmenin iktisat bilimi ve hukuk bilimi açısından taşıdığı anlamlar açıklanmalıdır.

İktisat bilimi açısından özelleştirme, devletin iktisadi faaliyetlerinin azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Bu bağlamda, devletin iktisadi faaliyetlerini gerçekleştiren KİT’lerin mülkiyetinin özel kesime devredilmesidir.

Hukuk bilimi açısından özelleştirme, KİT’lerin yönetiminin özel kesime devredilmesidir. Buradan da anlaşılacağı üzere iktisat bilimi açısından özelleştirme kavramı ile “mülkiyetin özelleştirilmesi” esas alınırken ya da vurgulanırken, hukuk bilimi açısından “yönetim ve sorumluluğun özel kesime devri (özelleştirmesi)” esas alınmakta ya da vurgulanmaktadır (Demirbaş ve Türkoğlu, 2002:242). Birçok ülkede gerçekleştirilen özelleştirmeler, çoğu kez kamu işletmelerinin mal varlığının ve kontrolünün özel sektöre devri şeklinde gerçekleşmekte, bir kısım ülke de ise yönlendirme ve denetim devletin elinde kalmakla birlikte, kamu işletmelerinin yönetim kurallarının özel hukuka adapte edilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda aşağıdaki tanımlamaları yapabiliriz (Çetin, 2007:2).

→ Kamu sektörü tarafından üretilen mal ve hizmetlerin finansmanın özelleştirilmesi: Bu tür özelleştirmede, kamusal mal ve hizmetlerin devlet tarafından üretimine devam edilmekle birlikte finansmanını vergiler yerine harçlarda ya da fiyat karşılığı satış gelirleriyle karşılanmaktadır. Kamusal mal ve hizmetlerin bir bedel karşılığı sunulması, üretimin özelleştirilmesini cesaretlendirmektedir.

→ Mal ve hizmet üretimindeki kamusal mal ve tekellerin kaldırılması: Bir kısım üretim alanlarındaki kamu tekellerinin tamamen veya kısmen kaldırılarak rekabete açılması da özelleştirmeyi ifade etmektedir.

→ Kamu girişimlerinin mülkiyetinin ve yönetiminin kısmen veya tamamen özel kesime devredilmesi. Mülkiyetin tamamen özelleştirilmesi halinde, yönetim de tamamen özelleştirilmiş olacaktır. Mülkiyetin %51 veya daha fazlasının özelleştirilmesi halinde ise, yönetimde özel kesim hakim olacak, fakat bir kısım yönetim fonksiyonları kısmen bölüşülmüş olacaktır.

Bu farklı tanımlamalar ise, özelleştirmenin sadece kamu mülkiyetinin özel kesime devrini değil, bazı politika ve uygulamaları da içerdiğini göstermektedir.

  1.2.1. Dar Anlamda Özelleştirme

Dar anlamda özelleştirme, kamu mülkiyetindeki iktisadi kuruluşların yönetim ve mülkiyetinin özel sektöre devridir (Bayraktutan, 2003:81). Bu tanım genel olarak Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin mülkiyet ve yönetiminin özel kesime devrini ifade etmektedir (Kardeş ve Güzel, 1995:2).

Bir kısım bilim adamı yazar ve özelleştirme konusunda otorite sayılan kişilerce dar kapsamlı özelleştirme de kesinlikle bir “mülkiyet devrinin” gerçekleşmesi ve mülkiyet devri işleminin özelleştirilecek Kamu kuruluşunun toplam sermayesinin en az %51’i kadar bir meblağa eşit olması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Diğer bir grup ise özelleştirmenin %51’lik bir pay ile sınırlandırılmaması gerektiği, daha düşük oranlarda (%30-35) yapılan mülkiet devrinin de özelleştirme olarak kabul edilmesi gerektiği konusunda fikir birliği sağlamışlardır. Kanaatimizce dar anlamda özelleştirmede %51’in kıstas olarak alınması doğru olup, mülkiyet devri temel ilke olmalıdır (Doğan, 1993:118-119).

 1.2.3. Geniş Anlamda Özelleştirme

Geniş alamda özelleştirme, mülkiyet veya yönetim transferinden daha fazlasını ifade etmektedir ki, bir iktisadi organizasyonu serbest piyasa mekanizmasına göre işleyen yapıya kavuşturmayı ve bunun için gerekli uygulamaları yapmayı kapsamaktadır (Orkunoğlu, 2010:2). Geniş anlamda özelleştirme milli ekonomi içinde, kamunun rolünün asgariye indirilmesi veya tamamen kaldırılmasıdır. Bu çerçevede; müessese, bağlı ortaklık ve işletmelerdeki kamu hisselerinin de satışından ayrı olarak bu kuruluşların özel kesime kiralanması, yönetimin devri, kamu mal ve hizmetlerinin üretimi için özel sektörle sözleşme yapılması şeklindeki hususlar da özelleştirme kapsamında değerlendirilmektedir.

Diğer bir tanımlama ile geniş anlamda özelleştirme, serbest piyasa güçlerinin ekonomide egemen duruma gelmesi, kamu kuruluşlarının ekonomideki etkinliğinin azaltılması şeklinde açıklanmaktadır (Doğan, 1993:119).

Geniş anlamda özelleştirme kavramının içine giren unsurlar; devletin çeşitli şekillerde (yasal, doğal, vb.) oluşturduğu mal ve hizmet üretimindeki kamusal tekellerin kaldırılması, kamu hizmetlerinden (sosyal mallardan) mümkün olanların fiyatlandırılması kamu kesimi tarafından üretilen mal ve hizmetlerin finansmanının özel kesimce sağlanması, KİT’lerin mülkiyet devrinin yanı sıra, özel kesime kiralanması, yönetimin özel kesimce devri, deregülasyon (kurumsal serbestleşme); yani özel firmaların faaliyetlerinin düzenlenmesi ile ilgili kamu tarafından konulan kurallara son verilmesini içermektedir. Kısaca, mülkiyetin devri dışındaki uygulamaların geniş anlamda özelleştirme tanımını oluşturduğu söylenebilir ki buna özelleştirme benzeri uygulamalar ya da diğer bir deyişle özelleştirme alternatifleri eklenebilir (Orkunoğlu, 2010:2).

1.3. Özelleştirme Kavramının Gündeme Gelme Sebepleri

Özellikle 1980’li yıllardan itibaren özelleştirmenin neden güncelleştiğinin gerekçelerini tetkik edecek olursak, bunun altında iki temel faktörün yattığını görürüz. Bunlar sırasıyla (Kavak, 2013:2).

→ Özelleştirmenin birinci gerekçesi; uluslararası arena da teknolojik değişmelerin çok hızlı olmasıdır. Sektörlerin de ayakta kalabilmek, piyasaya hakim olabilmek için yeni teknolojilere adapte olma zorunluluğu vardır. Özel sektörün hızla değişen teknolojiye daha kolaylıkla uyum temin edebileceği yarıca kıt kaynakların kullanımında kamu sektörüne göre daha başarılı olduğu görüşüdür.

→ Özelleştirmenin ikinci gerekçesi de; hükümetlerin içine düştüğü mali krizler sonucu yeni finansman yollarının aranmasıdır. Özelleştirme ile yeni bir kaynak ortaya çıkmıştır. Böylece işletmeler özelleştirme ile gerek ülke içerisinde gerekse ülke dışında daha etkin bir şekilde rekabete açılabilme şansını elde edeceklerdir. Bunun yanı sıra hükümetlerde büyüyen bütçe açıklarını kapatma ve azaltma yolunu bulmuş olacaklardır.

             1.4. Özelleştirmenin Amaçları

Özelleştirmenin ana felsefesi, devletin asli görevleri olan güvenlik, genel yönetim ve adaleti sağlaması ayrıca özel sektör tarafından yüklenilemeyecek yatırımları yapması, ekonomik faaliyetleri ise özel sektörün yapmasıdır (Güney, 2013:316).

Özelleştirme ile ulaşılmak istenen amaçlar; ekonomik, mali, sosyal ve siyasal amaçları olarak dörde ayrılıp alt başlıklar da incelenecektir.

 1.4.1. Ekonomik Amaçlar

Ekonomik amaçlar mikro düzeyde, şirket verimliliğini sağlamak, karlılığı arttırmak, makro düzeyde ise serbest piyasa ekonomisini tüm kurum ve kurallarıyla işler hale getirmek, sermayeyi tabana yaymak, kıt kaynakların optimal dağılımını sağlamak şeklinde sınıflandırılabilir. Aşağıda bunlar ayrıntılı bir şekilde açıklanacaktır (Çetin, 2007:9).

 1.4.1.1. Piyasa Ekonomisini Güçlendirmek

Özelleştirme politikasının temel amacı serbest piyasa ekonomisini güçlendirmek ve ona işlerlik kazandırmaktır (Kardeş ve Güzel, 1995:4). Piyasa ekonomisinde egemen olan temel hedef, karın azami ölçülerde maksimize edilmesidir. Bu hedefe ulaşabilmenin yolu ise, rakip firmalara göre daha kaliteli, daha ucuz, mal ve hizmet üretmekten geçmektedir. KİT’lerin üretim stratejilerine bakıldığında ise gerek fiyat, gerekse kalite açısından piyasa taleplerine cevap verebilmekten oldukça uzak oldukları görülmektedir. Çünkü KİT’lerin yapıları itibariyle kuruluşlarının iflas etmesi piyasadaki gücünü kaybetmesi gibi korkuları yoktur. Zira KİT’lerin zararlarının boyutları ne olursa olsun zararları doğrudan devlet hazinesinden karşılanmaktadır. Böyle olunca, ekonomik verimsizlikleri artarken, piyasadaki paylarını kaybetme tehlikesiyle kalite ve standart iyileştirmek, fiyat ve maliyetleri düşürme zorunluluğu hissetmezler.

Özelleştirmenin gerçekleşmesi halinde, özelleştirilen KİT’ler serbest piyasa koşullarında faaliyet göstermek zorunda kalacaklar dolayısıyla piyasa güçlenecektir. Bu da, rekabet ortamının gelişmesini sağlayarak kaynakların daha rasyonel kullanılmasını mümkün kılacak ve sonuçta ekonomideki verimlilik artacaktır (Doğan, 1993:121).

1.4.1.2. Sermaye Piyasasını Geliştirmek

Sermaye piyasası, belirli bazı özelliklere sahip hak taşıyıcı belgeler ile ödünç verilebilir orta ve uzun vadeli fonların arz ve talebinin karşılığı organize piyasalardır. Dar anlamda sermaye piyasası, hisse senetleri ve tahvillerin alınıp satıldığı piyasalar olarak tanımlanmaktadır. KİT’lerin hisse senetlerinin satışı ile özelleştirilmesi yeni ve çok sayıda yatırımcının ortaya çıkmasına, sermaye piyasasının genişlemesine ve derinleşmesine yol açacaktır. Sermaye piyasası gibi bir araç aracılığı ile de, bir ekonomide fon fazlası olan kesimlerin tasarrufları fon eksiği olan kesimlere etkin bir biçimde kanalize edilerek ekonomide fonların atıl kalması ya da verimsiz kullanılmasının önüne geçilecektir. Özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ekonomilerde sermaye piyasasının ihtiyaç duyduğu menkul kıymetlerin yetersiz olması sorunu, özelleştirme uygulamasıyla KİT hisse senetlerinin ihracı ile giderilebilecek ya da azaltılabilecektir. Ayrıca tasarrufların yatırımlara dönüşmesi kolaylaştırılırken, ekonomide tasarrufların yatırımlara dönüşmesi atıl kalması önlenecek ve ekonomi canlanacaktır (Demirbaş ve Türkoğlu, 2002:244-245).

1.4.1.3. Yabancı Sermayenin Ülkeye Girişini Sağlamak

Yabancı sermayenin bir ülkeye girişi doğrudan yatırımlar ve portföy yatırımları olmak üzere iki şekilde uygulanır. Doğrudan yatırımlar bir firmanın yabancı ülkede yaptığı komple yatırımlardır. Portföy yatırımları ise, tasarruf sahibi yabancıların faiz ve temettü geliri elde etmek için uluslararası borsada menkul kıymet satın almalarıdır. KİT’lerin özelleştirmesinde bazı işletmeler komple çok uluslu şirketlere satılabilmekte ya da yönetim devri ve kiralama yoluyla devredilebilmektedir. KİT’lere ait hisse senetlerinin bir kısmının New York, Londra, Tokyo gibi önemli borsalarda satılması mümkündür. Böylece özelleştirme yoluyla ülkeye yabancı sermaye girişi sağlanacak, ödemeler dengesi üzerinde olumlu etkiler yapılacaktır. Özel sermaye girişi, sadece döviz gelirlerini arttırmakla kalmaz yeni teknolojilerin getirilmesi ve uluslararası piyasalarla entegre olunması amaçlarına hizmet eder (Üzümcü, 2007:103)

1.4.1.4. Verimliliği Artırmak ve Enflasyonu Önlemek

Özelleştirmenin savunusunda, özel sektörün, kamu sektöründen daha verimli olduğu görüşü bir dayanak noktasıdır. Kamu işletmelerinin, özel işletmelerden daha az verimli olmasının birçok sebebi vardır. Devlet işletmelerinin pek çoğunun verimli bir Pazar politikası izlemediğini savunan Yeni Sağ’ın bu konudaki gerekçelerini şöyle sıralamak mümkündür:

→ Yatay bir talep kombinasyonu ve kar maksimizasyonu yokluğu.

→ Malların optimal üretimi ile kıyaslandığında çok düşük bir üretimin gerçekleştirilmesi.

→ Üretimi artırmak için yeni bir firmanın sanayiye girmedeki doğal ya da tekel pozisyonunu korumak için yarattığı toplumsal engellerden kaynaklanan başarısızlığı.

Özel sektörün tek amacı kar olmamakla birlikte, kamu sektörü salt kar ve toplumsal-sosyal fayda, kamu hizmeti daha fazla önem arz etmektedir. Bu durumda kamu sektörü, özel sektöre kıyasla ortalama verim oranı daha düşüktür (Çetin, 2007:9).

1.4.1.5. Küreselleşmeye Ayak Uydurmak

Siyasi sınırların bile küreselleşme olgusuyla birlikte ortadan kalkmaya başladığı günümüzde, uluslararası düzeyde rekabet etmeden yoksun bulunan KİT’lerin özelleştirilerek, eskiden teknolojilerini yenilemeleri, verimliliklerini artırmaları, üretim kalite sınırını yükseltmeleri gündeme gelmiştir. Çünkü artık korumacı politikaların egemen olduğu dışa kapalı ekonomiler yerini ticari rekabete bırakmıştır. Dolayısıyla ekonomiler ister istemez küresel rekabetin hakim olduğu kurallara uygun mal ve hizmet üreten yapılar haline gelecektir. Bu nedenle devletin kontrolündeki işletmelerinde küresel rekabet şartlarında faaliyet gösterecek konuma gelmesi gerekmektedir (Öztüm Tümer, 2004:25).

 1.4.2 Mali Amaçlar

Özelleştirmede asıl ama ekonomik olmakla birlikte, doğrudan doğruya mali sonuçlar elde edebilmek içinde özelleştirme yoluna gidebilir. Özelleştirme yoluyla gerçekleştirilmek istenen mali amaçları 2 başlık altında toplamak mümkündür. Bunları başlık halinde inceleyecek olursak;

  1.4.2.1. Devlete Gelir Sağlamak

Kamu Teşebbüslerinin geniş bir kitleye arz edilmesinin başlıca faydası devlete gelir sağlamaktır. “Elde edilen gelir ile vergi yükünün büyümesine yol açmadan kamu hizmetlerinin yerine getirilmesine ve yeni yatırımların finansmanına imkan bulunacaktır. İç ve dış kaynak açıklarının “Bir ülkenin evdeki gümüş eşyaları satması” şeklinde de yorumlanmaktadır. Böyle bir özelleştirmenin kısa vadede geçici bir rahatlama yaratacağı, buna karşılık uzun vadede ise kamu gelirlerinin azalmasına, kamu harcamalarının artmasına yol açacağı belirtilmektedir.

Ancak bununla beraber özelleştirme süreci iyi bir biçimde yönetilebilirse kamu açıklarının giderilmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Fakat işgücünün yeniden düzenlenmesine dönük önlemlerin maliyeti göz ardı edilmemeli, elde edilen gelirler öncelikle özelleştirme sürecinde doğacak istihdam fazlasına belli bir süre mali  destek ve erken emeklilik gibi güvenceler sağlanmasında, bu kişilerin yeni alanlara yönlendirilmesi için yeniden eğitiminde, yeni iş alanları yaratılmasında ve rehabilitasyonunda kullanmalıdır (https://www.frmtr.com/ekonomi-iktisat-isletme-istatistik/974727-ozellestirmenin-amaclari.html Erişim:21.12.2018)

1.4.2.2 Kamu İktisadi Teşebbüslerini Borç Yükünden Kurtarmak

KİT’lerin verimsiz ve zararla çalışmaları nedeniyle, sübvansiyonlar ve borçlanmalar kanalıyla hazinenin finansman yükünü ağırlaştırmaktadır. Bunun yanı sıra, vergi gelirlerinin yetersiz olması durumunda KİT’lerin bu borçları Merkez Bankasından da karşılanabilmektedir. Bu durum hükümetlerin manevra alanını daraltmakta ve enflasyona sebebiyet vermektedir. Bu durumda özelleştirme, kamu kesimi finansman yükünü azaltacak ve aynı zamanda enflasyonla mücadeleye yardımcı olacaktır. Bunun yanı sıra özelleştirme ile devlete ek gelir de sağlanacaktır (Çiftçi, 1997:7).

1.4.3. Sosyal Amaçlar

Gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde farklı boyutlarda da olsa gelir dağılımı dengesizliği mevcuttur. Toplumun bireylerinin, ülke zenginliklerinden aynı oranda pay aldığı hemen hemen hiçbir ülke yoktur. Bu da sosyal kargaşaya yol açmaktadır. Bunun engellenmesi için özelleştirmeyi sosyal amaç olarak da değerlendirmek gerekir. Bu aşamada yapılması gereken KİT’ler özelleştirilirken  paylarının bu kuruluşlarda çalışanlarına verilerek gelir ve servet dağılımında denge sağlamaya çalışmaktır. Böylece, mülkiyetin kamu kesiminde yoğunlaşması bireysel özgürlüğün temel unsuru olan mülkiyet hakkına devletçi bir müdahale anlamına gelirken, mülkiyet hakkının kullanımının yaygınlaştırılması demokratik rejimin varlığı ve devamı olarak kabul edilecektir. Özel mülkiyetin yaygınlaşması, demokrasinin özgür biçimde güçlenmesi, emek geliri dışında işletmelerden de gelir sağlayacak kişilerin oluşturulması için özelleştirme yoluyla KİT hisse senetleri gelir ve serveti düşük halka satılmalıdır. Pay senetleri satışının öncelikle çalışanlara, küçük birikim sahiplerine yapılması ve satın alınan bu senetlerin kişilerin ellerinde kalmasının sağlanması, yüksek gelirli kişilerin ellerinde toplanmasının önlenmesi bu amacın gerçekleşmesinde dikkat edilmesi gereken noktalardır (Öztüm Tümer, 2004:28)

1.4.4. Siyasal Amaçlar

KİT’lerin özelleştirilmesinde akla ilk gelen konunun ideolojik yanıdır. Kapitalist ideolojilerde birey özgürlükleri ilk plandadır. Devletin ekonomiye müdahalesi kabul edilmemektedir. Bu görüşe göre ekonomi serbest piyasa kurallarıyla işlemelidir (Güney, 2013:316).

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR