TR

Kitap Özeti: Yeni Küresel Düzende Türk Dış Politikasının Kimlik Arayışı

Kitabın son bölümüne gelince; küreselleşme gerçeğini ele alarak konuya giren yazar bu bağlamda değişen hayatın teknolojik yapısının kimi bölgelerde değişimler yaşattığını ifade ediyor. Nitekim Kuzey Afrika ve Orta Doğu örnekleri bu konunun tam da örneği olmuş. Doğu da kalarak modernleşememiş bir kimlik yapısını kendinde hissettirmişler. Arap Baharının patlak vermesiyle değişen orta doğu düzeni bu kesimdeki insanların baskı otoritelerine karşı bir direniş kimliği oluşturmasına olanak vermiş ve nitekim başkaldırmalar da devamlı olarak ortaya çıkmıştır. Batılı ellerin de bu sırada aktör olduğunu hatırlatan yazar her çıkar grubunun kendi elleri altında olan lideri desteklediğini de eklemiş. Bu nedenledir ki her devlet Türkiye’yi kıskaca alma emellerini orta doğuda da sürdürmek istemeye devam etmiş. Bu sebeple de Türkiye yeni bir güvenlik sorununun içine atılmıştır. Hele ki karmaşa içinde olanların arasında Kürt kimlikli vatandaşların olması Türkiye’yi en başta ilgilendiren bir duruma getirmiştir. Güney ve Doğu Anadolu da Kürt kimlikçi halkı çoğunluk olan Türkiye için Arap Baharının olumlu hissi ne yazık ki negatif rüzgâr halini almasına sebebiyet vermiş ivme kazandırmıştır. Türkiye yaşanan bu gelişmeler doğrultusunda atacağı dış politik kimliğini hocanın da kitapta bahsettiği gibi: huzur, istikrar, diyalog ve barış anlayışı üzerine kurması hem bölge ülkeleriyle hem de diğer küresel güçlerle ilişkisinin durumunu belirleyecek. Türkiye rotasını Orta Doğuya çevirmiş Amerika ile bölge de uyum sağlamalı İran-Rusya-Suriye, PKK-DAEŞ-PYD ittifaklarına karşı yalnız kalmamalıdır ki kitap da bunu hissettiriyor. Çünkü Kıbrıs sorunun da yalnız kalan Türkiye kendini bertaraf etmek ve bölgede söz sahibi olmak istiyorsa gücün yanında olmalı diyor hoca. Kimlikçi bir iç siyaset kimlikçi bir dış politika anlayışlarıyla da herhangi bir tehlikeye karşıda milliyetçi bir duruş sergilemelidir. Türk dış politika kimliği oluşturulurken bölgesel küresel güç ittifakları da iyi sezilmelidir. Hem İslamcı hem Osmanlıcı hem Turancı hem de Kemalist kimlikçi yapılarının dengesini oluşturarak kimlik bozukluğuna fırsat vermeden her koldan ülkesinin iç ve dış politikasını uyumlu yürütmelidir. Türkiye Cumhuriyeti milliyetçi ve kimlikçi yapılanmalarına zeval getirtmemelidir.

DEĞERLENDİRME
Kitap bana göre akıcı fakat birçok yazım hatası var. Bu denli bir kitapta yazım hatalarının olması; kitap acaba özenilmeden veya ciddiye alınmadan mı yazıldı, sorularını getirdi kafama. Yazım hatalarının göze çarpması okurken lisanımızı da olumsuz etkiledi şüphesiz. Hoca bu konuda daha dikkatli davranmalı. Geniş bir konu dağarcığına ve ince mesajlara sahip bu kitabın yazım hatalarına maruz kalması bir sonraki kitap yazımlarının ilgi çekmemesine sebebiyet verebilir. Kitapla ilgili çeşitli olumsuz görüşleri de beraberinde getirebilir. Bu konuda hocanın bu hatalarını gözden geçirmesi elzemdir. Kitap içerik bakımından ne kadar dış politika konusunu ve kimlik sorunsalını ele alsa da 2015 yılında çıkmış bir kitapta Başbakan’ın Recep Tayyip Erdoğan olması akıllara hocanın 2014 ağustos ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini mi unuttu veya gündemi takip etmiyor mu acaba, sorusunu getirdi. Belli ki kitap daha önce yazılmış ve 2015 te basılmış. Böylesi önemli bir kitapla ilgili yapılan bu gecikme çok ilginç. İnsanların olan bilgilerini de karıştırmasına da yol açabilir. Sonuçta zamana aktıkça durumlar değişiyor. Hoca bu konuda daha dikkatli olmalı kitap ne zaman yazıldıysa o zaman çıkarılmalı veya kitabın üzerinde düzeltmeler yapılarak basılacak yılla ilgili bilgilerin yenilenmesine dikkat etmeli.
Kitap her ne kadar Türk dış politikada kimlik ve milliyetçilik gibi unsurları dikkate alarak bir strateji geliştirilmesini söylese de bizim günümüz Suriye politikasında başarısız olduğumuz ortada. NATO, AB gibi birlikler ile birlikte hareket etmek bana göre yanlış. Bir yere veya birine bağlı olan her devlet kendi emellerine asla ulaşamaz. Biz Türkiye olarak yıllardır NATO üyesi olduğumuz halde birçok konuda yalnız bırakıldık. Şüphesiz son beş sene içerisinde de yaşanan olaylarda bizi yalnız bırakan bu NATO, gelecek senelerde de dış politikamıza etki edecektir. AB’ye gösterilen sadakat eğer kimlikçi yapılarımıza gösterilseydi veya AB uyum süreçlerinde harcadığımız çabayı biz kendi milletlerimiz için harcasaydık mutlaka bölgede söz sahibi olurduk. Hocanın kitapta yazdığı;’ Türkiye konumu itibariyle ve ABD’nin Ortadoğu politikaları itibariyle çok önemli ve keskin bir noktada yer alıyor’ ibaresine katılmıyorum. Çünkü eğer öyle olsaydı günümüzde bizim Suriye yapılandırılmasında sözümüz geçerdi. Çok açık ve nettir ki ABD kendi emelleri için Türkiye’ye kimi zaman dost demiştir, kimi zaman da günümüzde hala olduğu gibi sırt çevirmiştir. Bizim dış politika anlayışımıza etki eden bir unsur varsa bizden güçlü ve cesaretli; bunun yanı sıra stratejik konumu itibariyle de kritik öneme sahip bir Türkiye olmamızı beklemek yanlış olur.
Osmanlı devletinin yayılmacı politika ile başlayan serüvende sınır güvenliğini koruyan bir devlet haline kadar düşmesi nitekim zaman geçtikçe bazı şeylere bağımlı hale geldiğinden dolayıdır. Politikalarını dış mihraplardan öneri alarak veya dış mihrapların emellerine göre şekillendiren bir devletin söz sahibi olamaması açık ve nettir. Osmanlı bu denli anlayışla devam ederek kendi sonunu hazırladı. Hocanın kitapta bahsettiği filmden de aslında ders çıkarmak gerek. Evet, emsalleri bedenen yaşlanan bir Avrupa; vücut ve zihin olarak gençleşen bir Türkiye görünüşü olabilir. Fakat gençleşerek ölen bir Türkiye’nin de olacağı kaçınılmazdır. Gençleşerek daha heyecanlı ve aktif bir vücut, sağa sola sıçrayarak içteki sıkıntılarını bertaraf etmeden politika izlerse içten oyulmaya başlar ve gün geçtikçe gençliğin verdiği hevesle birçok cepheden vazife çıkarmaya başlar. Bana göre Türkiye Cumhuriyeti devleti biran önce bağımlılık hallerinden feragat etmeli. Kendi politikalarını hazırlarken başka yerlerden etki altına girmemeli ki işte o zaman söz sahibi olsun. Ben hocaya, dediği önem arz eden konumumuz hakkında katılmıyorum. Zaten büyük devletler kendi emelleri uğruna ikiyüzlülük taslıyor. Bizde bunlara maruz kalıyoruz ve balon gibi şişiriliyoruz, sonra da boşluğa gelince patlatılmadan patlıyoruz.
Gerek sınır güvenliği ağırlıklı gerekse de liberal anlayışlı bir dış politika yaklaşımı Türkiye için daha uygundur. Davutoğlu’nun birçok politika anlayışı olabilir. Bunlardan biri de eğer sınır güvenliğine yönelikse biz sadece sınır güvenliğini bertaraf eden bir devlet konumunda olmamalıyız. Gerektiğinde de kimliğimiz yolunda izlenecek politikaların da hazırda olması elzemdir. Yıllardır bazı bağlı örgütlerle beraber oluşturulan dış politika ve iç politika yapılanması bize verdiği düşük verimden dolayı bize engel teşkil ediyor. Bize dayatılan sadece sınır güvenliği anlayışlı bir dış politika bizi meşgul ve küreselleşmeden mahrum etmekten başka bir olgu değildir. Nitekim Ortadoğu’da bir söz sahibi konumuna geldiğimiz tezine de katılmıyorum. Arap baharı ile birlikte başlayan buhran her ne kadar desteklesek de bize bir fayda getirmedi. Bizi söz sahibi yapan Davos’taki ani ve acele sert çıkışımız ise şuan içinde bulunduğumuz politikalarla örtüşmüyor. İsrail ile olan yakınlaşma politikalarımız şuan ki durum da o zaman bizi gözlerde aşağılayacaktır. Davos çıkışı ile İslam dünyasına verdiğimiz güveni İsrail devleti ile yapılandırılan politikalarımız ile birlikte kaybetmiş bulunmaktayız ki bu bizi zor duruma düşürecektir. Dış politikalarımızda ani çıkışların ve reaksiyonların verdiği güven duygusu; devletin nefes alamaz hale geldiği zaman uyguladığı dış politikalar ile örtüşmüyor ve bizim güçsüz ve samimi olmayan bir devlet olmamıza sebebiyet veriyor. Evet, dış politikada da iç politikada da güç, cesaret, lider lazım. Ancak bunları bir arada ve düzgün bir uyum süreciyle yönetebilirsek amaçlarımıza ulaşmada mesafe kaydederiz. Ben her zaman bağımsız, güçlü, başka mihraplara göre hareket etmeyen bir devlet ve dış politikadan yanayım. Buna NATO ve AB de dâhil.

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR