TR

Kitap Özeti: Yeni Küresel Düzende Türk Dış Politikasının Kimlik Arayışı

Türkiye dış politikasını soğuk savaştan sonra nasıl uygulamalı?
Kitabın dördüncü bölümünden ayrıntılar da şöyle; Türkiye soğuk savaş dönemi sonrası iktisadi, içtimai, siyasi, ekonomik, kültürel ve tarihsel dönemeçlerini yeniden almalıydı ve bu zorunlu bir nedendi. Çünkü artık dünya iki zıt kutup arasında bütünleşmiş bir yapının ekseninde dönmekten çıkmıştı. Öyle ki Sovyet parçalanması hem dünya düzeninin hem de Türk dış politika düzeninin yeniden tasarlanması gerekliliğini ortaya koyuyordu. En önemlisi de küreselleşme evresi. Yazarın bahsettiği ABD ile birlikte ortaya çıkan ekonomik rekabet savaş ortamının duraksadığı kanısı ortaya çıksa da 11 Eylül saldırıları sonrası gerçekten de ekonomik ittifaklar ve ilerlemeler yerini tekrardan güvenlik sağlama unsuruna terke etti. ABD’nin terör ve terörizmi bertaraf politikaları onu Avrasya çemberinde etkin rol oynamaya itse de batılı devletleri ve Türkiye’yi politik hedefler doğrultusunda hezimete uğrattı. Çünkü ABD bir dünya devi ve girdiği yanaştığı her bölgede neredeyse huzursuzluk istikrarsızlık ve kargaşa halleri patlak veriyordu. Bu nedenle Türkiye bundan sonra uygulamaya koyacağı dış politika çerçevesini bölge durumuna göre tasarlamalı idi. Çin, İran, Japonya gibi ülkelerin Orta Doğu politikaları ABD’nin bu yaklaşımlardan rahatsızlığı Türkiye’yi yine bir cenderenin ortasına koymuş oldu. Türkiye siyasi iktidarlarının bu denli politikaları kimi zaman ABD, kimi zaman AB, kimi zamanda Doğu İttifakı yönünde gelişmiştir. Dört bir yanı düşman dolu Türkiye’nin bu cendere içinde nefes alması uygulayacağı dış politika unsurlarına göre şekillenecekti. Türkiye jeopolitik özelliğini bir koz haline çevirerek hem doğu ülkelerine hem batı ülkelerine hem de ABD’ye bir mesaj vermiş oldu. Çok kritik bir noktada yer alan Türkiye; Türkiye ’siz hiçbir politikanın Orta Doğuda şekillenemeyeceğini Dünya’ya kabullendirmiştir. Gerek milliyetçi unsurlar gerek se kimlikçi oluşumlar iç siyasette aktif rol oynamış bu sebeple yeni kargaşa ve etnik çatışmalar, ayrılıkçı gruplar oluşumları kendini göstermeye başlamış. Soğuk savaş sonrası oluşan boşluktan pay almak isteyen Türkiye iç siyaseti dengede tutmuş ve kimlikçi yapıya önem vererek dış politika oluşumunu belirleme hususunda taktik manevraları gerekli görmüştür. Ermeni Sorunu, Bulgaristan sorunu, Kıbrıs sorunu, Bosna sorunu gibi birçok sorunun içinde kalan Türkiye bu gibi sorunları Dünya gündemine taşımayı başarmıştır ve nihayetinde başarılı sonuçlar almıştır. Bu Türkiye’nin dış politika da etkinliğini arttırmıştır. Türkiye’nin olumlu sonuçlar alarak itibarını ileri seviyelere götürmesi yeni Osmanlılık anlayışını ortaya attı. Bu anlayışın tartışmaya açılması da yeni fikirleri ve zıtlıkları beraberinde getirdi. Tarihsel kimlik bağı olunan doğu ile ilişkilerin düzenli oluşmasına zemin hazırlamak diğer yandan da batı yanaşmalı modernleşme sürecini sürdürmek dış politika da uygulanmaya çalışılması istenen bazı algılardan biri. Türkiye’yi merkez ülke konumuna taşıma arzuları da orta doğu da uygulanacak politik ilişkiler ve batı ağırlıklı liberal demokratik aşamalardan oluşmakla beraber ülke içinde ki denge politikalarını iyi uygulamaktan geçiyor. Zamanında modernleşme adına Arap ülkelerine sırt çevrildiğini anlatan yazar soğuk savaş döneminden sonraki iktidarların orta doğuya bakış açısının değiştiğini de dile getirmiştir. Filistin, Afganistan gibi sorunlarda sesini yüksek sesle çıkardığını söyleyen yazar bu sayede Türkiye’ni İslam coğrafyasında etkin konuma geldiğini de söylüyor ki gerçekten de bu yaşananlardan sonra ABD’nin ve batılı devletlerin Türkiye’nin ciddiyetini anladığı açıkça ortadadır. Her ne kadar kimi zamanlarda dış politika aşamalarında eksen kaymalarını olduğunu yazsa da yazar Türkiye hem ABD’den hem de AB’den hiçbir zaman güler yüz gelir ümidinde olmamalıdır. Nitekim Kıbrıs olayında ABD’nin ambargosu ve PKK operasyonlarında AB’nin takındığı tavır bu analizimi haklı çıkarıyor. Fakat Türkiye kendi dış politika kimliğini oluştururken Osmanlı devleti gibi batılı ülkelerin olduğu ittifaklarda kendini bulundurma isteği nitekim AB sürecinde kendini göstermiştir ve bu süreç için atılan adımlar ve reformlar bunu ortaya koymuştur. Türkiye jeopolitik önemi kartlarını kullanarak da birçok sorunu bertaraf ettiği gibi birçok konuda da yalnız kalmıştır. Bu yüzden dış politika kimliğini oluştururken hem mezhepsel hem kimlikçi hem de bölgesel yapısına dikkat etmesi gerektiği hissini veriyor yazar.
Millet oluşumu kimlik oluşumu devletleri nasıl etkiler?

Kitabın beşinci bölümü ise; milli tarihin yorumlanması ve millet oluşumunda arz etiği önem ele alınmış. Fransız ihtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik buhranı tüm dünyayı etkisi altına almayı başardı. Osmanlı Devletinin de nasibini aldığı bu buhran yeni bir kimlik oluşumunun oluşmasında baş gösteren bir buhrandı ve oluşması da kolay değildi. Osmanlı devletinin hiçe sayılarak oluşturulmaya çalışıldığı Türk kimliği de nitekim ağır sarsıntılar geçirdi. İslamcılık, Osmanlıcılık, Turancılık gibi akımlar da kimliksel oluşum sürecinde kafalarda karışım oluşturan sebeplerdendi. Çünkü milliyetçilik ve milli kimlik oluşumlarının zorluğu ortada açıktı. Ama yine de Türk milleti zihinlerinde Osmanlı sönmeyen bir nefer oldu. Zamanında Osmanlının elinin değdiği bölgelerin Osmanlıyı tekrardan hissetmeleri kimlikçi oluşumların sekteye uğramasını açıkça gösterdi. Acaba Osmanlı küllerinden tekrar dogmalımı sorularını da kafalarda hissetmek mümkün olmaya başlamıştı. Ancak Türkiye soğuk savaş döneminin artık zamanını iyi kullanmalıydı ve bu kimlik çalkantıları sırasında etki edebildiği kendini kabullendirebildiği her bölgeye ağırlığını hem kültürel hem tarihsel hem ekonomik hem de siyasi açıdan koymalıydı. Fakat bu Osmanlılık arayışları Türkiye’nin aradığı yol olmadığını gösterdiği gibi Osmanlılık kuramını sıkıştığı bölgelerde etkin kullanması da bu bağlamdan kopmadığını ortaya koymuştur gibi bir yorum çıkarttırıyor yazar.
Küreselleşme de dış politika nasıl oluşmalı, bağlı olduğumuz örgütler ne kadar etken?

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR