Özgürlük, genel anlamda herhangi bir kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünme, herhangi bir şarta bağlı olmama ya da her türlü dış etkenden bağımsız olarak bireyin –ya da grubun- kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar ver(ebil)mesi durumudur. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın düşüncesine dayanarak karar vermesi olan seçme özgürlüğü bu kavramın özü niteliğindedir.
Özgürlüğün kavramsallaştırılabilirliği ve gerçekleş(tiril)ebilirliği varlık nedenini oluşturan çelişkilere bağımlıdır. Özgürlük kavramının teori ile pratik, içsel ile dışsal, birey ile toplum ve özne ile kolektif olan, arasındaki indirgenmeye müsaade etmeyen çelişkilerden kaynaklanan belirsizlikleri, ona belli bir tanım vermeyi zorlaştırır. Nitekim Heywood da özgürlüğün tartışılması zor bir kavram olduğunu belirtir (Heywood, 2014: 310). Ancak özgürlüğü sorunsal ve dolayısıyla da kavramsal kılan şeyin bu temel çelişkiler ve beraberinde getirdiği belirsizlikler olduğu da özellikle belirtilmelidir. Özgürlüğün sahip olduğu belirsizlikler, bir yandan tanım güçlüğü yaratan gerilim uğrakları olarak işlev görürken, diğer yandan da mümkün bir özgürlük tanımının dolayımlarını oluşturur. Başka bir deyişle, özgürlüğü belirsiz kılan çelişkiler, aynı zamanda özgürlüğü mümkün kılan dolayımlardır (İnce, 2008: 36)
Her özgürlük tasavvuru ya da özgürlük felsefesi, işe özgür olmama durumunu merkeze alan bir akıl yürütme ile başlamak zorundadır. Çünkü her özgürlük düşüncesi ya da özgürlük felsefesi, özgürlükten neden mahrum olunduğuna ve bu mahrumiyet durumunun ortadan nasıl kaldırılacağına ilişkin bir tür çıkış yolu gösterir. Öte yandan ideolojilerin varlık nedeni de bir tür iyi toplum ve gelecek tasavvurudur. Dikkat edilirse, ideolojilerin tamamı bu iyi toplum ve iyi gelecek tasavvurlarını oluştururken bireyleri ve toplumu da ‘özgürleştireceklerinden’ bahsederler. Yalnızca, bu tasarımlarını gerçekleştirecekleri projelerin çerçevesi ve bu projeleri gerçekleştirme yöntemleri farklılık gösterir.
Bu çalışmada da sırasıyla liberal, Marksist ve feminist bakış açılarında kısaca özgürlüğün konumundan bahsedilecektir.
1.Liberal Bakış Açısında Özgürlük
Yinelemek gerekirse, komünizmden faşizme kadar tüm siyasal ideolojiler bir ‘özgürlük’ söylemine sahiptir. Ancak incelendiği zaman, hiçbir düşüncenin düşünürlerinin liberalizm düşünürleri kadar özgürlük mefhumunu işlediği görülemeyecektir. Gerçekten, John Locke’tan Ludwig von Mises’a, İskoç aydınlanmacılarından F. A. Hayek’e, Isiah Berlin’den Milton Friedman’a, Ayn Rand’a, John Rawls’a, Robert Nozick’e kadar istisnasız tüm liberal düşünürler çalışmalarında özgürlüğe geniş bir yer ayırmışlardır(Erdoğan, 2006: 145-6).
Liberalizm, özü itibariyle bir özgürlük düşüncesidir (Yayla, 2015: 165) Özgürlük, liberalizmde en fazla kıymet verilen kavramdır. Yukarıda arka arkaya anılan düşünürlerin büyük bir çoğunluğunun çalışmalarında özgürlük kavramını bir kalkış noktası olarak kullanmaları, bunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Liberal bakış açısındaki özgürlük yaklaşımı, büyük ölçüde pozitif özgürlük-negatif özgürlük ayrımına dayanır. Klasik liberal bakış açısı, daha doğrusu bir bütün olarak ele alındığında liberal bakış açısı büyük ölçüde negatif özgürlük terimine daha yakın dursa da, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra devleti irileştiren ve bireyin hayatına daha fazla müdahale etmesi gerektiğini savunan sosyal liberal bakış açısının gelişmesi, pozitif özgürlüğü de anmayı gerektirmektedir.
Pozitif ve negatif özgürlük ayrımı sistematik olarak ilk kez İngiliz filozof T. H. Green tarafından kavramsallaştırılmıştır (Berlin’den aktaran Yayla, 2015: 169). Negatif özgürlük, insanın herhangi bir baskı ve zorlama altında kalmadan karar verebilmesi durumu olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda yaşam, mülkiyet, seyahat gibi haklar, liberal bakış açısına göre başta devlet olmak üzere herhangi bir unsur tarafından müdahale edilmemesi gereken negatif haklardan bazılarıdır. F. A. Hayek’in veciz ifadesiyle, negatif özgürlük anlayışı “bir şeyden özgürlüktür” (freedom from); “bir şeye özgürlük” (freedom to) değildir (Hayek, 2014: 224) Özgürlükte esas olan bireye bir şey sağlanması değil, onun dış baskı ve zorlamalara maruz bırakılmamasıdır.
Pozitif özgürlük ise, klasik liberallere karşı daha çok sosyal liberaller tarafından kullanılmaktadır. Sosyal liberallere göre, devletin klasik liberal bakış açısındaki gibi yalnızca çok küçük bir görev üstlenmesi, bazı olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Sosyal liberal bakış açısında yine özgürlüğe ve bireyci bakış açısına sadık kalınmış ancak devletin, toplumsal hayatın düzene girmesinde daha aktif rol oynaması gerektiği düşünülmüştür. Buna göre devlet, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, çalışma gibi hakları piyasa koşullarına bırakmamalı, bu hususlara müdahale ederek toplumsal yaşamı istikrara kavuşturmalıdır. Hatta sosyal liberaller devletin bunu insanları özgürleştirmek için yapması gerektiğini ifade ederler.
2.Marksist Bakış Açısında Özgürlük
Bilindiği üzere Karl Marx, çözümlemelerini yaparken üretim ilişkilerinden yola çıkmış ve toplumsal meseleleri analiz ederken tarihsel/diyalektik bir bakış açısı getirmiştir. Buna göre altyapıdaki –kapitalist- üretim ilişkileri, üstyapı unsurları olan siyaset, devlet, hukuk, aile, toplum gibi yapıları büyük ölçüde belirlemiştir. Devlet, sermaye birikimini elinde tutan ve sömürüyü gerçekleştiren burjuva tarafından oluşturulmuş bir çatı olarak sömürüyü yeniden üretmektedir. İşte marksizme göre özgürlük de bir üstyapı unsuru olarak kapitalist üretim ilişkilerinin izin verdiği ölçüde yaşanmaktadır.
Daha detaylı bakacak olursak, marksist bakış açısının özgürlük anlayışı, liberal bakış açısından farklı olarak bireysel anlamda değil toplumsal (kolektif) anlamda düşünülmektedir. Çünkü Marx’a göre “kendini gerçekleştirme” olarak özgürlüğün önündeki engellerin aşılması kolektif bir nitelik taşır (Yıldız, 2017: 45). Bireysel anlamdaki özgürleşmeyi, devrimci ruha yaklaşmadaki rolü nedeniyle olumlar, diğer bir deyişle diyalektik ilkesi gereği bireysel özgürlüğü, toplumsal özgürlüğe giden yolda “zorunlu ve olumsuz” bir değer yükler ancak son tahlilde gerçek özgürlüğün bütünün/toplumun özgürlüğü olduğunu vurgular (İnce, 2008:17)
Marksist özgürlük anlayışı, insanın kendi yolunu çizebilen, kendini ancak başkalarıyla bir topluluk halinde ve karşılıklı ilişkiler içinde gerçekleştirmeyi başarabilen bir varlık olduğu görüşündedir. Bunun önemi, bu bakış açısının liberal özgürlük anlayışıyla taşıdığı bir ortak noktası olmasıdır. Şöyle ki, İngiliz liberal filozof John Stuart Mill’in formüle ettiği özgürlük anlayışına göre özgürlük, kişi, başkalarına zarar vermediği sürece bağımsız olarak istediği gibi yaşayabilmesi demektir. Marksist ve liberal özgürlük anlayışlarının ortak noktası ise, ikisinin de “dışsal özgürlük” karakteri taşımasındadır. Dışsal özgürlük, kişinin dış dünya ile kurduğu eylemsel ilişki aracılığıyla kavramsallaştırılır. Bakıldığında, hem marksist hem de liberal bakış açılarındaki özgürlük anlayışları, gerçekten dışsal, yani kişinin dış dünya ile kurduğu ilişki yoluyla özgürlüğü açıklamaya çalışır.
Marksist bakış açısına göre, kapitalist devlet varlığını koruduğu, sömürü devam ettiği sürece gerçek özgürlükten bahsedilemez. Kapitalist devlet yıkıldığında, sınıflar ve sömürü ortadan kalktığında, ancak o zaman gerçek anlamda özgürlük gelecektir. Marx’a göre bu aşama, sosyalist devletten sonra geçilecek olan komünizmle beraber hayat bulacaktır.
3.Feminist Bakış Açısında Özgürlük
Feminizm, 18. yüzyılda İngiltere’de cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkarak, cinsler arasındaki siyasal, toplumsal, ekonomik vb. eşitliği, kadın haklarının genişletilmesi yoluyla sağlamak isteyen bir siyasal harekettir. Feminizm, 1789 Fransız Devrimi’nin gerçekleşmesi ve devrimin devam eden süreci içerisinde kadın özgürlüğünün, kadınların seçme ve seçilme, mülkiyet, ücret gibi haklarının savunulması biçiminde kendini gösterdi. Feminizm kavramı ilk ortaya çıktığında, 1890’larda, özellikle kadınlara oy hakkı verilmesi, kadınların eğitim ve çalışma haklarına sahip olmaları için kampanya yürüten insanlar için kullanılıyordu. Feminist bakış açısı içinde bu dönemden 1968’li yıllara kadar olan döneme “birinci dalga feminizm”, 1968’den 1990’lı yıllara kadar olan döneme “ikinci dalga feminizm”, 1990 sonrası döneme ise “üçüncü dalga feminizm” denmektedir (Özsöz, 2008:51) Feminizm bunun yanında tarihsel olarak değil, yakınlık kurduğu diğer bakış açıları ile beraber de değerlendirilebilir: liberal feminizm, marksist feminizm, radikal feminizm, varoluşcu feminizm, Freudcu feminizm gibi.
Feminizm, yaygın olarak bilindiğinin aksine bir tür “erkek karşıtlığı/düşmanlığı” değil, cinsiyetler arası eşit muamelenin sağlanması çabasıdır. Bu eşitsizliği ortaya çıkaran iktidar ise iktidarla, devlet ise devletle, kültür ise kültürle, üretim ilişkileri ise üretim ilişkileriyle mücadele etmek feministlerin kalkış noktasını oluşturmuştur. İlk feminist çalışma ve hareketlerin başladığı günden bugüne kadar amaç, erkeklerin sahip olduklarıyla mücadele ederek bir çatışma ortaya çıkarmak değil, erkeklerin sahip olduklarıyla (haklar, mülkler, ücretler vs.) aynı şeylere, aynı düzeyde sahip olmak olmuştur. Örneğin birinci dalga feminizmin ortaya çıktığı koşullarda aynı işte çalışan bir kadın bir erkekten daha az ücret alıyordu. Dolayısıyla birinci dalga feminizmin önemli söylemlerinden biri “eşit işe eşit ücret” şeklinde olmuştur. Bir diğer söylem, soylu kadınlar için dahi geçerli olmak üzere, kadınların asla oy kullanamıyor olmaları dolayısıyla “oy hakkı” elde etmeye yönelikti.
Feminist bakış açısındaki sorun, erkeklerle eşit muamele talep etmekten çok erkeklerle olan eşitsizliğin nedenlerinin tespitini yapmakta ve bu eşitsizliği ortadan kaldırmak için izlenmesi gereken yönteme karar vermektedir. Gerçi bu eşitsizlik hususunda tüm feministlerin dayandığı ortak bir neden olarak ataerkil toplum yapısı gösterilebilir ancak feministler, eşitsizliğin sebebinin yalnızca bununla açıklanamayacağını vurgulamaktadırlar. Örneğin aydınlanmacı-liberal feministler ontolojik olarak kadınlarla erkeklerin aynı yapılara sahip olduklarını, ataerkil toplum yapısının kadınları sınırlı/özel bir alana ittiğini ve dolayısıyla eğitim hakkının genelleştirilmesi yoluyla kadınların akıllarını keşfetmeleri sağlanarak ataerkil toplum düzeninin ortadan kaldırılabileceğini düşünürler (Özsöz, 2008:52). Bu varsayım, bilimsel anlamda tüm araştırma birimlerini eşit kabul eden pozitivist bakışa da temel teşkil eder; örneğin radikal feministler, bu bilimsel bakış açısının da ataerkil bir nitelik taşıdığını belirterek bu varsayımın geçersiz olduğunu ileri sürer. Öte yandan marksist feministler ise konunun yalnızca eril-dişil meselesi olarak görülemeyeceğini, kadın-erkek eşitsizliğinin kökeninde ataerkil toplum yapısı ile beraber üretim ilişkilerinin de yattığını, üretim ilişkilerini değiştirmeden ataerkil yapı değişse bile kadın-erkek eşitsizliğinin varlığını başka sınıfsal anlamda devam ettireceğini belirtirler.
Feminizmin özgürlük ile olan ilişkisine gelecek olursak, son söylediklerimizden hareketle feminizm “biçimi” kadar feminist “özgürlük talebi” olduğunu söylemek abartma olmayacaktır. Marksist veya liberal bakış açısıyla karşılaştırıldığına feministler arasında istikrarlı bir söylem olmadığını, dolayısıyla bütüncül bir özgürlük talebi olmadığını da belirtebiliriz. Örneğin her ne kadar liberal düşünce içinde pozitif-negatif şeklinde farklı özgürlük söylemleri bulunuyor olsa da, bu söylemleri ortaya atan liberaller arasında serbest piyasa, bireycilik, hukukun üstünlüğü gibi konularda derin görüş farklılıkları bulunmamaktadır. Ancak feminist bakış açısını irdelediğimizde, ataerkil toplumsal yapı haricinde feministlerin ortak noktalarda buluşamadığını görmekteyiz.
Diğer yandan feminizmin diğer ideolojilerde olmadığı kadar net bir “özgürlük talebi” ile ortaya çıktığını da belirtebiliriz. Gerçekten, Sanayi Devrimi döneminden itibaren erkeğin bire bir aynı işi yapan kadından daha fazla ücret alması şeklindeki nedenlerle ortaya çıkan feminizmin, ataerkilliğin de beslediği eşitsizliklere karşı bir mücadele, doğrudan bir özgürlük istenci olduğu da söylenebilir. Durum, bugün de büyük ölçüde değişmemiştir; feminist bakış açısı, daha da karmaşık hale gelen toplumsal yapıda hala “kadınların özgürleşimi” söylemini devam ettirmektedir. Ancak bunun sebebi ve yöntemi konusundaki görüş ayrılıkları da devam etmektedir.
SONUÇ
Siyaset bilimciler ve filozoflar tarafından hararetli bir şekilde tartışılmaya devam eden özgürlük kavramı, bir ‘çerçeve’ tanım oluşturması en zor kavramlardan biridir. Kişinin, baktığı pencereye göre çok farklı anlamlar alabilen bu kavram, en basit şekliyle kısıtlama ve zorlamanın olmaması durumunu ifade eder.
Her ideolojinin bir özgürlük/özgüleştirme idealine sahip olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla liberal, marksist ve feminist bakış açıları da, tarihsel olarak bir özgürlük talebiyle/söylemiyle ortaya çıkmışlardır, denilebilir. Liberal özgürlük, kaynağını ‘doğal haklar’dan alırken marksist özgürlük daha çok ‘özgürleşim’ istemiyle ortaya çıkmış ve bunun yöntemlerini göstermiştir. Keza feminist özgürlük de yaşanan sürecin kadınları dar bir alana ittiğini, ötekileştirdiğini ve bunun kadınların toplumsallaşma sürecine ket vurduğunu öne sürerek ortaya çıkmış, ancak diğer bakış açılarından farklı olarak sorunun ve yöntemin tespiti konusunda kendi aralarında fazlaca dallanıp budaklanmışlardır. Ancak ortak bir nokta olarak özgürlük söylemini şiar edinen tüm feministlerin, sorunun nedeni konusunda ortak nokta olarak ataerkil toplum yapısını hedef tahtasına koydukları söylenebilir.
KAYNAKÇA
Heywood, A. (2014), Siyaset Teorisine Giriş, (6. Baskı), Küre Yayınları, İstanbul
İnce, M. (2008), Liberal ve Marksist Özgürlük Anlayışlarının Karşılaştırılması, (yayımlanmamış yüksek lisans tezi), Gazi Üniversitesi, Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Ankara (Türkiye)
Erdoğan, M. (2006), Aydınlanma Modernlik ve Liberalizm, (1. Baskı), Orion Yayınevi, Ankara
Yayla, A. (2015), Liberalizm, (7. Baskı), Liberte Yayınları, Ankara
Hayek, F. A., (2014), Kölelik Yolu, (6. Baskı), Liberte Yayınları, Ankara
Yıldız, G. (2017), Liberal Özgürlük Bağlamında İktidar ve İnsan, (yayımlanmamış yüksek lisans tezi), Erciyes Üniversitesi, Felsefe Anabilim Dalı, Kayseri (Türkiye)
Özsöz, C., “Kültürel Feminist Teori ve Feminist Teorilere Giriş”, Sosyoloji Notları, 2008, ss. 51-56
Görsel: http://www.kolektif-kozmos.com