2.2. Buhara Halk Cumhuriyeti ve Hediyeleri
Sakarya Zaferi sonrası büyük zafer yurt içinde büyük bir coşkuyla kutlanmaktaydı. Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım Paşa, Türk ulusunun bu büyük mücadeleyi yeni bir “Ergenekon” olarak değerlendirmekteydi.[14] 7 Ocak 1922’de Mustafa Kemal Paşa kendisini ziyarete gelen Buhara Halk Cumhuriyeti temsilcilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi binasında karşılamaktaydı. Buhara Halk Cumhuriyeti tarafından Paşa’ya üç kılıç ve bir de Kur’an-ı Kerim hediye edilmişti. Hediyeleri kabul eden Paşa Türk Ulusunun verdiği savaşı kutsayan temsilci kurula duyduğu minnet duygularını dile getirdi. Bu armağanların simgesel değeri vardı. Kılıçlar zaferi, Kur’an-ı Kerim kutsal dayanışmayı temsil ediyordu. Bu nedenle kılıçlar Türk ordusuna, Kur’an-ı Kerim de Türk Ulusu’na armağan edildi. Mustafa Kemal Paşa temsil kurulunun huzurunda şu konuşmayı yaptı:
“Buhara ahalisinin, Türkiye’deki Türk ve Müslüman kardeşlerine hediye olarak gönderdiği Kuran-ı Kerim ile Türk Halk ordusuna kutlama nişanı ve tebriği olarak gönderdiği kılıç, dil ve tanrıya hizmeti temsil eden olağanüstü değerli iki armağandır. Bu emanetleri elinizden alırken, kalbim heyecan ile dolu. Halkımız ve ordumuz, uzaklardaki kardeşlerimizden gelen cesaret verici tebrik nişanelerinden şüphesiz çok duygulanacak ve mutlu olacaklardır. Dindaş ve karındaş Buhara halkının arzusunu yerine getirerek, bu kutsal kitabı millete, kutsal kılıcı da İzmir fatihine teslim edeceğim. Allah’ın yardımı ile İnönü ve Sakarya zaferlerini kazanan milli ordumuz, inşallah pek yakında bu kılıcı da kazanmış olacaktır. ” Mustafa Kemal Paşa üç kılıcın sadece birinden söz ediyordu. Buhara Hükümeti, üç kılıçtan birinin Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya, ikincisinin Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya, üçüncüsünün de İzmir’e giren ilk kahramana verilmesini istemişti. Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa iki kılıcı aldıktan sonra üçüncü kılıç İzmir’e girecek ilk fatihe verilmek üzere saklandı.[15]
Gazi ulusunu büyük jestten haberdar etmişti. Konu yavaş yavaş basına ve kamuoyuna yayılmaktaydı. Üçüncü kılıcın manevi değeri konuşuluyordu. İzmir’in özlemi ve düşü alevlenmişti. Neredeyse bin yıllık bir Tük yurdunun İşgal altında olması onu geri alma isteğini daha da güçlendiriyordu. Tüm özlem İzmir i ulusal kutsallığı olan bir kent konumuna getirmişti. Türk ordusunda görev yapan tüm zabitlerin zihni bu armağana ulaşma hayalleri kurmaktaydı.[16]
2.3. İzmir’in Kurtuluşu
26 Ağustos sabahı saat 5.30’da Türk topçusunun atışlarıyla büyük taarruz başladı. Yunan idare-i askeriyesi henüz durumun ciddiyetini anlamamıştı. Düşman, Dumlupınar Meydan Muharebesini kaybettikten sonra bile savunma düzenini düşünüyordu. İzmir’deki Yunanlıların düşüncesine göre Afyonkarahisar ve Dumlupınar Muharebelerini (Başkumandan Muharebesi) kaybetme nedeni olarak tarih boyunca deniz kenarında yaşamış Yunanlıların Anadolu’nun ortasında, denizden uzak kalmalarını görüyorlardı. Yunanlıların umdukları asıl şey deniz kenarına yakın bir alanda savaşmaktı. Gediz ağzı, Menemen, Manisa, Nif dağları, Mahmut dağı, Torbalı çevrelerinde savaşırlarsa başarılı olan taraf olacaklarını düşünüyorlardı. Yüzbaşı Şerafettin Bey, Süvari Kolordusuna bağlı 2. Süvari Tümeni’nin 4. Alayı’nda bölük komutanı olarak görev yapıyordu. Kolordu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşa’ydı. Amaçları düşmanın nakliye kollarına, yürüyüş kollarına, cephane ve erzak depolarına ani baskınlar yapmaktı. Türk süvarisinin böyle bir misyonu ve önemi vardı. Süvari için önemli olan, atı ve kılıcıydı. At ve kılıç, Türk süvarisinin vazgeçilmez yoldaşıydı. Yüzbaşı Şerafettin de süvariydi. O da atının üstünde, düşman hatlarına kılıcıyla saldıran, binlerce kahramandan yalnızca bir tanesiydi. Düşmana cepheden asıl saldırıyı 1. Ordu, topçu ve piyadeler yapacaktı. Süvari Kolordusunun kendisine bağlı 3 tümeni vardı. Kolordu bütün tümenleriyle, 1. Ordu’nun sol yanında, Sandıklı Bölgesi’nde bulunuyordu. Hareketli kolorduya bağlı tümenler, alaylar ve bölükler, düşman gerilerine sızarak saldıracaklardı. En önemli hedef Türklere karşı direnen düşman ordusuna destek güçlerinin gelmesini engellemekti. Böylece, İzmir üzerinden lojistik destek alan düşmanın, İzmir ile bağları kesilmiş olacaktı. Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos günü genel saldırının başlayacağını açıkladı. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte toplar gürleyecekti.[17] İlk darbenin vuruluşu çok önemliydi. Gelişmeler, Mustafa Paşa’nın düşündüğü gibi oldu. 26 Ağustos günü, Türk topçusunun sabahın alaca karanlığını yırtan atışlarıyla Büyük Taarruz başladı.[18]
Türk piyadeleri, sabah 06.00’da Tınaztepe’ye hücum mesafesine yaklaşarak tel örgüleri aşıp Yunan askerini süngüleriyle temizledikten sonra Tınaztepe’yi ele geçirdi. Bundan sonra saat 09.00’da Belentepe, daha sonra Kalecik- Sivrisi ele geçirildi. Taarruzun birinci günü, 1. Ordu Birlikleri, Büyük Kaleciktepe’den Çiğiltepe’ye kadar 15 kilometrelik bir bölgede düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirdi. 5. Süvari Kolordusu düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulunarak, 2. Ordu da cephede tespit görevini aksatmadan sürdürdü.
27 Ağustos Pazar sabahı gün ağarırken Türk ordusu bütün cephelerde yeniden taarruza geçti. Bu taarruzlar çoğunlukla süngü hücumlarıyla ve insanüstü çabalarla gerçekleştirildi. Aynı gün Türk birlikleri Afyon’a girdi. Başkomutanlık Karargâhı ile Batı Cephesi Komutanlığı Karargâhı Afyon’a taşındı.
28 Ağustos Pazartesi ve 29 Ağustos Salı günleri başarılı geçen taarruz harekâtı, 5. Yunan Tümeninin çevrilmesi ile sonuçlandı. 29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçerek muharebenin süratle sonuçlandırılmasını gerekli buldular. Düşmanın ulaşım yollarının kesilmesi ve düşmanı çarpışmaya zorlayarak tamamen teslim olmalarını sağlama yolunda karar aldılar ve karar süratli ve düzenli bir şekilde uygulandı. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü taarruz harekâtı, Türk ordusunun kesin zaferi ile sonuçlanmıştır. Büyük Taarruz’ un son safhası askerî Türk askerî tarihine Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak geçti.
Anadolu’daki Yunan kuvvetlerinin yarısı imha veya esir edildi. Kalan bölümü ise üç grup hâlinde çekildi. Bu durum karşısında Çalköy’de yıkık bir evin avlusu içinde Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile buluşarak Yunan ordusunun kalıntılarını takip etmesi için Türk ordusunun büyük kısmının İzmir istikametinde ilerlemesini kararlaştırdılar ve müteakiben de Mustafa Kemal Paşa o tarihî “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini verdi.
1 Eylül 1922’de Türk ordusunun takip harekâtı başladı. Muharebelerden kurtulan Yunanlar İzmir’e, Dikili’ye ve Mudanya’ya doğru kaçmaya başladı. Yunan ordusu Başkomutanı General Trikupis ve kurmayları ile 6.000 asker, 2 Eylül de Uşak’ta Türk birliklerine esir düştüler. Yunan ordusunun başkomutanlığına atandığını ise Uşak’ta Mustafa Kemal Paşa’dan öğrendi.
3 Eylül günü, 2. Tümen, rastladığı bir düşman müfrezesine saldırdı ve yok etti. 4 Eylül günü, süvariler Kula’ya girdiler. Kula’da zayıf bir düşman kuvvetinin olduğu görüldü. Düşmanın kenti yakmaya çalıştığı anlaşıldı. Süvariler buna izin vermeden, hızla Kula’ya girdi. Düşman askerleri baskına uğratılmıştı. Yüz kadar Yunan askeri esir alındı. Artık hedefte, Dereköy üzerinden hareketle Salihli’ye inmek vardı. Aynı gün Cephe Komutanlığı’ndan bir emir alındı. Bu emirde, Süvari Kolordusunun 1. Ordu’nun emrinden çıkarıldığı ve doğrudan cephe emrine alındığı söyleniyordu. Bu emir, kolorduya daha yaşamsal ve kritik bir görev alanı ve misyonu yüklemiş oluyordu. Artık hedef İzmir’di. Süvari kolordusu, 5 Eylül’de yürüyüşüne başladı. Yüzbaşı Şerafettin’in bağlı olduğu 2. Tümen’e 45. km yürüyüş emri verilmişti. Tümen, Dereköy İstasyonu’na doğru ilerliyordu. Alaşehir ile Salihli arasında düşmanla karşılaştılar. Tümen, bütün olarak hücum düzenine geçti ve şiddetle Dereköy İstasyonu’na hücum etti. Kanlı bir muharebe oldu. Türk süvarilerinin karşısında fazla duramayacağını anlayan Yunan askerleri, Ödemiş dağlarına kaçarken toplarının bir kısmını Dereköy’de Türk süvarilerine bırakmak zorunda kaldılar.
6 Eylül’de Türk süvarileri Sart’a girdi ve burasını düşman askerlerinden temizledi. 7 Eylül sabahının pembe ve berrak gün doğuşu, Salihli’nin kuzey batı tepelerinde Türk süvarilerini selamladı. 2. Süvari Tümeni o gün eksiksiz olarak 60 km yürümüştü. Yüzbaşı Şerafettin’in notları şunları söylüyordu:
“ İlk hedefiniz Akdeniz’dir! Emrini almıştık. Anlatılmaz bir hızla İzmir’e doğru ilerliyorduk. Salihli’ye vardığımız zaman, kumanda ettiğim süvari bölümü, hiçbir engel tanımadan İzmir’e girme görevini aldı. 80 akıncı ile İzmir yönünde ilerliyor, düşmanı kovalıyorduk. Kaçan düşman köyleri, kasabaları yakıyor; öcünü sivil halktan, kadından, kızdan, çocuktan alıyordu. Adım başı rastladığımız bu yürekler acısı manzara, hızımızı büsbütün arttırıyordu.”[19]
- Tümen’in, Manisa batısından Horosköyü’ne, 14. Tümen’in de daha batıda bulunan Hamidiye’ye ilerlemeleri emredildi. Gece yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Ufukta bir kızıllık vardı. Uzaklardan Manisa ve Turgutlu’nun yandığı görülüyordu.
8 Eylül sabahı saat 11 sıralarında Şerafettin Bey’in kolordusu Manisa önlerine gelebilmişti. Öncü kol, Manisa kasabasının alevler içinde yandığını hüzünle seyrediyordu. O gün, Manisa Ovası’nda ilk defa Türk topları gürledi. 1. Tümen Sabuncubeli’ne doğru yürüyüşe başlamış ve oldukça ilerlemişti. Kolordu Karargâhı her türlü olasılığa karşı 1. ve 2. Tümen’in Sabuncubeli’nden, 14. Tümen’in de Menemen üzerinden İzmir’e yürümesini uygun buldu. 2. Tümen yürüyüşüne devam ediyordu. Artık Boşnak Köyü civarına gelinmişti. Tümen, Bornova Ovası’nı örten son sırtlardan üzerine yönelen ağır bir ateşle karşılaştı. Düşman, geniş bir alanı tutmuş, tümene bağlı birliklere ateş açıyordu. Artık Yüzbaşı Şerafettin’in görev yaptığı tümen, oldukça dikkatli hareket ediyordu. Gelen raporlarda Nif-İzmir Caddesi üzerinde düşmanın tuttuğu alanda, düşman topu geri çekilmişti. Bu durumda düşmanın kuvvetini ya bu gece çekeceği ya da küçük bir baskı karşısında mevzilerini terk edeceği anlaşılıyordu. Ertesi sabah, Tümen komutanlığı, sabaha karşı sabah 4.30’da bütün birliklere ileri yürüyüş için hazır bulunmalarını emretti. Yüzbaşı Şerafettin Bey’in bulunduğu 4. Alay da ileri harekete başlamıştı. Bu olay üzerine Şerafettin Bey şunları not almıştı:
“Kaymakam Reşat Bey kumandası altında bulunan alayımız, aldığı emir üzerine İzmir’e doğru hareket etmişti. Reşat Bey, alayın 3. uç bölüğü olarak ileriden harekete ve beni de bölüğü idareye memur etmişti. Alayımızın diğer bölükleri de arkadan geliyordu. Sabuncu Boğazı’ndan çıkar çıkmaz bütün ihtişamıyla Akdeniz’in kıyısında uzanan İzmir’i gördük. Senelerden beri derin bir özlemle andığımız İzmir, şimdi gözümüzün önünde idi. Nihayet biraz sonra ona da kavuşacaktık.”[20]
Türk ordusu bu muharebede, 15 günde 450 kilometre mesafe kat ederek 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girdi. Sabuncubeli’nden geçen 2. Süvari Tümeni, Mersinli yolu ile İzmir’e doğru akarken bunun solunda 1. Tümen de Kadifekale‘ye doğru yürüdü. Bu tümenin 2. Alayı, Tuzluoğlu Fabrikası’ndan geçerek Kordonboyu’na ulaştı. Kordon’da Türkler, göçmen durumuna düşmüş Rumlar ve dağınık Yunan askerleri Türk süvarilerinin geçişini izliyorlardı. Yüzbaşı Şerafettin Bey, elinde kılıcı, kıtasının başındaydı. Bir solukta Konak Meydanı’na çıkmak, Hükümet Konağı’na ve Sarıkışla’ya ulaşmak amacındaydı. Pasaport’a gelmişti. “Biraz daha ilerledikten sonra şaşırtıcı bir vaka karşısında kaldık. Müfrezemiz yürürken güzergâhında rast geldiği efrat ve zabitana ellerindeki silahları denize attırıyorlardı.”[21] Pasaport’un önünden geçerken bir sivilin Yüzbaşı Şerafettin’in atının önüne fırlattığı bomba atın karnında patlamıştı. Yüzbaşı, omzundan ve kolundan iki derin şarapnel yarası almıştı. Fakat Şerafettin Bey yaralarına rağmen duraklamamış, Hükümet Konağı’na doğru yol almıştı. Yüzbaşı Şerafettin’in müfrezesi sonunda Hükümet Konağı’nın önündeydi. Yunanlılar kapıyı kapatıp kaçtıkları için önce kapının açılması gerekiyordu. Zincir kırıldı, yan kapıdan girildi ve içeriden konağın ana kapısı açıldı. Yüzbaşı Şerafettin atından fırladı, bayrağı aldı. Önce gözyaşları içinde şanlı bayrağını öptü; sonra da bir elinde silahı, öbür elinde kılıcı koşar adımlarla konağın balkonundaki göndere bayrağı çekti.[22]
Yüzbaşı Şerafettin İzmir’e girişinin ardından o anki hislerini şu kelimelerle dile getirdi:
“Biz silah arkadaşlarımızla beraber her şeye mâl olursa olsun mutlaka İzmir’e ilk defa girmeye karar vermiştik. Vakıa bizim kuvvetimiz azdı. Şehirde ve şehrin haricinde olan düşman kuvvetlerinin miktarı ise tespit kabul etmez derecede çoktu. Fakat düşmanın kuvve-i maneviyesi artık bitmişti. Onun için ciddi bir mukavemet görmeksizin şehre girdik. Yalnız düşmanın attığı mermilerden biri Bornova’da atıma isabet etti ve atım orada öldü… Karşıyaka İskelesi’ne geldiğim zaman üzerime bir bomba attılar. Bu bomba yüzümden ve omzumdan olmak üzere iki yerden beni yaraladı. Fakat biz durmadık…”[23]
2.4. Kurtuluş Sonrası
Yüzbaşı Şerafettin Bey, Hükümet Konağı’na girmiş, çevrede bazı güvenlik önlemleri almıştı. TBMM Hükümeti’nin yönetiminin kuruluşunun göstergesi olarak Hükümet Konağı’na yerleşmişti. İzmir’deki konsoloslar görüşmek üzere Hükümet Konağı’na geliyorlardı. Konsoloslar, kendi uluslarının ekonomik çıkarlarının ve yurttaşlarının can ve mal güvenliğinin telaşına düşmüşlerdi. Konsoloslar aralarında toplanmışlar ve doğruca İzmir’e giren müfrezenin komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin Bey ile görüşmeye karar vermişlerdi. Türk ordusu daha kente gelmeden, kentin teslim koşullarını görüşmek istiyorlardı. Ancak buna olanak kalmadan Yüzbaşı Şerafettin’in müfrezesi süratle kente girdiğinden teslim koşullarını görüşmeye gerek kalmamıştı. En başta İngiltere Konsolosu Sir. H. Lamp, sonrasında Ecnebi devletlerin konsolosları görüşme talebinde bulunuyorlardı. Yüzbaşı Şerafettin Bey, kentte güvenliğin sağlanması için her türlü önlemin alındığını konsoloslara bildirdi. Ancak düşman kuvvetleri ticari kuruluşlarını güvence altına almak amacıyla, karaya müfrezeler çıkardıklarını bildiriyorlardı. Konsoloslar vatandaşlarının güvenliğinden şüphe duymaktaydı. Ancak Şerafettin Bey, Türk askerinin ne denli uygar karakterli olduğunu anlattı.[24]
2.5. Mustafa Kemal Paşa İzmir’de