TR

Kitap İncelemesi: Preston Hughes, “Türkiye’nin Demokratikleşme Sürecinde Atatürkçülük

Kitabın Adı: Türkiye’nin Demokratikleşme Sürecinde Atatürkçülük

Yazar: Preston Hughes

Yayınevi: Arkadaş Yayınevi

Sayfa Sayısı: 228

Ortalama Fiyat: 15 TL

Yazar Hakkında Bilgi: Preston Hughes, araştırma- İnceleme, Mustafa Kemal Atatürk, Tarih kategorilerinde eserler yazmış bir yazardır. Türkiye’ye ilk defa 1972 yılında, Türk Kara Harp Akademisi’nin ikinci sınıfına öğrenci olarak geldi. 1973 yılında mezun oldu. Askerlik yaşamının 13 yılını Türkiye’de geçirdi. Türkçeyi anadili gibi öğrendi. Türkiye tarihini inceledi. Mississipi Üniversitesi’nde lisansüstü çalışması yaptıktan sonra 1988 yılında NATO İrtibat Subayı olarak tekrar Türkiye’ye geldi. 1992’ye kadar bu görevinde kaldı. Doktora tezini “ideolojinin demokratikleşme sürecindeki rolüne yönelik olarak ‘Türkiye’nin Demokratikleşme Sürecinde Atatürkçülüğün Rolü” üzerine hazırladı. Bu tez sonradan bir kitap haline getirildi Preston Hughes emekli olduktan sonra Mississipi eyaletine yerleşti. Ama Türkiye’yi unutmadı.

ÖZET

“…Egemenliğin her anlamda kontrolünün halkın elinde olması ve bunu koruması demokrasinin temelidir…”[1] Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk halk egemenliğinin demokratik yönetimlerin temeli olduğunu bu sözlerle anlatmıştır.

Başlangıcı çok eski zamanlara kadar ulaşan “Demokrasi” kavramı yönetim biçimleri içinde en iyisi olmakla birlikte en zor uygulananıdır. Yaşama hakkı ve özgürlük demokrasiyle yönetilen ülkelerdeki insanların ortak haklarıdır.

En basit anlatımıyla “halkın kendi kendini yönetmesi” olarak tanımlayabileceğimiz demokrasi anlayışı, Osmanlı Devleti’nde 1808 Sened-i İttifak ile başlayan, 1876 Kanun-i Esasi ile gelişen, 1908 II. Meşrutiyet Dönemi ile siyasal, toplumsal, kültürel anlamda devam eden bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonraki süreçte Cumhuriyetin başarısı olarak devam etmiştir. Bu süreç oldukça zorluklar içinde işlemiştir. Birçok sorun yaşanmıştır. Ancak bu sorunlar Türk ulusunu yürümekte olduğu demokrasi yolculuğundan döndürememiştir.

Tanıtımı yapılacak kitap bir yabancının gözüyle Türkiye’de ki demokrasi, demokratikleşme ve Atatürkçülük kavramlarına kapsamlı ve objektif bir bakış açısıyla bakan araştırma inceleme türünde bir eserdir.

Türkiye’de ki demokratikleşme çabaları içinde Atatürkçülük kavramı bu çabalara nasıl bir yön vermiş ve süreci nasıl etkilemiş, hangi gelişmeler hangi sonuçları doğurmuş, yapılmak istenenler ve yaşananlar, dönemlerin siyasi ve sosyal özellikleri akıcı bir üslupla verilmiştir. Yazar, Türkiye’de bulunduğu uzun süre içerisinde yaşanan siyasi gelişmeleri objektif bir şekilde değerlendirirken sivil ve askeri üst düzey yetkiliyle de görüşerek kitabına bilimsel anlamda zenginlik kazandırmıştır. Demokratikleşme süreci içinde Atatürkçülüğün nasıl anlamlandırıldığını ve bu süreçte Atatürkçülüğün nasıl anlaşıldığını hem içerden hem dışarıdan değerlendirildiği yazarın güçlü ve zengin anlatımıyla kaleme alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Demokrasi, çağdaşlaşma, Kemalizm, Atatürkçülük.

KİTAP HAKKINDA GENEL BİLGİ

Kitap dört ana bölüm, bölümlerin altında bir ana konu ve ana konular altında yer alan konu başlıklarından oluşmaktadır. Hughes, kitabına önce yeni baskıya önsöz yaparak başlamış kitabının ilk baskısı üzerinde yaptığı revizyondan söz ederek okuyucuyu bilgilendirmiştir. “Yeni Baskıya Önsöz” yaptıktan sonra “Giriş” kısmına yer vermiş, bu kısımda da iki alt konu başlığı altında dört kavram ile ilgili düşüncelerini kaleme almıştır. Kavramlar hakkındaki benzerlik ve karşıtlıkları, alıntılarla güçlendirerek okuyucuya aktarmıştır. Giriş bölümünde ele alınan bu kavramlar şunlardır: Siyasi ideoloji, siyasi gelişim, sekülerizm ve laiklik… Yazar kitabının son kısmında yapılan röportajlar hakkında da kısa bir bilgi vererek kaynakça kısmında okuyucuya zengin bir kaynakça bilgisi vermiştir.

KİTABIN BÖLÜMLERİNE VE KONU BAŞLIKLARINA GENEL BİR BAKIŞ

Yazar, kitabının “Giriş” kısmında iki konu başlığı altında bazı kavramları ele almıştır. Kavramların kimi zaman karıştırıldığı ve bu durumun bilgi yanlışlarına sebep olması yazarın bu bölümde kavramları ele almasının nedeni olarak düşünülebilir. İlk olarak Kemalizm ve Atatürkçülük kavramları üzerinde duran yazar, bu iki kavramların bazen birbirinin yerine kullanıldığını dile getirmiştir. Her iki kavramında ortaya çıkış ve kullanılmaya başlandıkları dönemleri dip notlar vererek bilimsel açıdan irdelemiştir. Hughes, kitabın bütününde ele alınan konuların “Atatürkçülük” ve “Atatürkçülüğün ülkedeki demokratikleşme süreci” üzerinde artı ve eksi yönde etkilerinin neler olduğunun anlatılmaya çalışılacağını okuyucuyla paylaşmıştır. Bu düşüncesini de şöyle dile getirmiştir: “…Atatürkçülüğün Türkiye’de ki demokratikleşme sürecinde pozitif ve negatif etkisi ne olmuştur? Bu kitabın cevaplamaya çalışacağı soru budur…” (s.2.)

Bu genel anlatımdan sonra yazar, önemli bulduğu ve zaman zaman karıştırıldığını düşündüğü iki kavram üzerinde daha durmuştur. Bunlar “siyasi ideoloji” ve siyasi gelişim” kavramlarıdır. İki kavramın da tanımları üzerinde durarak bu konuda yazı ve değerlendirmeleri olan yazarların görüş ve düşüncelerini okuyucuyla paylaşmıştır. “…siyasi ideoloji politik gelişmede önemli bir yol oynar, özellikle de bir hükümet şeklinden diğerine değişim teşebbüsünün olduğu durumlarda. Siyasi gelişimin hedefinin cumhuriyetçi bir demokrasinin kurulması olduğu yerlerde cumhuriyetçi demokrasiyi destekleyen bir ideoloji, rejimin kabullenilmesi için gerekli değer ve inançları sağlayarak bu hedefe ulaşmayı kolaylaştırabilir…” (s.4-5.) Yazar ideoloji ile gelişim arasında ki farkları ve benzerlikleri, birbirlerini destekleyen kavramlar olduklarını güçlü bir anlatımla okuyucuya aktarmıştır.

Yazarın giriş kısmında ele aldığı diğer iki kavram, özellikle batıda ve özellikle Amerika’da kullanılan “sekülerizm” ile Atatürkçülük ideolojisinin temel ilkelerinden biri olan “laiklik” kavramlarıdır. Hughes bu kavramların da kullanım alanlarını ile benzer yanlarını ve ayrılan yanlarını bilimsel veriler ışığı altında okuyucuya aktarmıştır. Türkiye’de ki laiklik uygulamasının Amerikan sekülerizmi ile bağdaşmayan özelliklerini de ele alan yazar, batıda özellikle Amerika’da ki sekülerizm ile Türkiye’de uygulanan laikliğin hem kapsam hem uygulama bakımından önemli farklılıklara sahip olduğunu dile getirmiştir.

Kitabın giriş kısmında ki anlatım ve bilgilerden sonra 1.Bölümde “Atatürk’ün Siyasi Fikirleri” ana başlığı altında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş aşamasını anlatan ve çeşitli alt başlıklarla isimlendirilen konular ele alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun 19.yüzyılının anlatılmasıyla başlanan bölümde imparatorluğun çöküş aşamaları, döneme damgasını vuran devlet adamları ve eylemleri ele alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu büyük önder Atatürk’ün siyasi fikirlerinin anlatılması bu bölüm altında ele alınmıştır. Atatürk’ün siyasi fikirlerini etkileyen gelişmeler, aldığı eğitimlerin fikirleri üzerindeki etkileri, Manastır, Selanik ve Sofya şehirleri ile kimi batılı yazarların Atatürk üzerindeki etkileri kaleme alınmıştır. Ulu önderin sadece batılı yazar ve düşünürlerden değil, Türk yazarlarında fikirlerinden etkilendiği örneklerle anlatan yazar, Atatürk’ün dönem içinde ki siyasi faaliyetlerini de ele almıştır. Hangi siyasi gruplar içinde yer aldığı ve bu gruplar içinde ki etkin rolünün neler olduğu da yazarın değindiği konulardandır.

Yazarın bilgilendirici anlatımlarının yanında yer yer eleştirel bir bakış açısıyla da objektif yaklaşımlar sergilediği, bu bölümde dikkat çeken özelliklerden biridir. Örneğin İttihat Terakki Cemiyeti’nin kuruluşu ve Atatürk’ün cemiyet içindeki rolüne değinilmiştir. Yazar Kinross’dan yaptığı bir alıntıya da bu konuyu anlatırken yer vermiştir. “…Komitede bazıları onun dik kafalı, kibirli ve küstah olduğunu düşünerek doğal olarak ondan hoşlanmamışlardır. Enver gibi birkaçı kuşkusuz onu kendi hedeflerine karşı bir tehdit olarak görmüşlerdir…. Atatürk için ne kadar can sıkıcı olsa da İTC’ de geçirdiği zaman siyasi fikirlerinin gelişiminde önemli bir aşama olmuş ve fikirlerinden etkilendiği insanlarla iletişim kurmasına yardımcı olmuştur…” (s.21.)

Millî mücadele yıllarının yani savaş döneminin başlamasıyla birlikte Atatürk’ün yaşamında ki değişimler ve bu süreçte tarih sahnesinde ki rolü ve eylemleri yazarın “Savaş Yılları” başlığı altında irdelediği konulardır. Atatürk’ün 1918 yılına gelene kadar gerek batı siyaset felsefesindeki gelişmelere dair gözlemleri ve bilgileri gerekse Türk vatansever şair ve yazarlarından etkilendiği fikirler büyük bir bilgi birikiminin ve deneyiminin oluşmasında etkili olmuştur. Bundan sonra büyük önder savaş sahnesindedir ve uzun bir zaman diliminde biriktirdiği siyasi fikirlerini eyleme dönüştürme çabası içindedir. Yazar, “Atatürk’ün Siyasi Fikirlerinin Eyleme Dönüşmesi” alt başlığında Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmeye yüz tutmuş yüzünü, kurtuluş çabalarını, büyük devletlerin bu süreçteki rollerini ele almıştır. Millî mücadelenin örgütlenme, halkın bilinçlendirilmeye çalışıldığı dönem yaşanmaktadır ve bu döneme damgasını vuran Mustafa Kemal ve yakın arkadaşlarının eylem ve çabalarıdır. Kimi zaman en yakın dava arkadaşları bile onun eylemlerini desteklemese de o, bağımsız yeni bir devlet kurmanın hayallerini gerçeğe dönüştürme çabası içindedir. Erzurum Kongresi’nde “…Arkadaşlarım, yapmamız gereken tek şey kayıtsız şartsız halkın egemenliğine dayalı bağımsız bir Türk devleti kurmaktır…” (s.31.) sözüyle amacını açıkça dile getirmektedir.

Yazar, olayları aktarırken tarihsel kronolojiyi takip etmiş, olayları dönem dönem zengin ve güçlü anlatımlarla okuyucuya vermiştir. Kurmayı düşündüğü yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sahip olması gerektiği özellikleri bu özellikleri gölgeleyecek tüm engellerin ortadan kaldırılması gerekliliği üzerinde durmuştur. Bu engellerden en önemlisi modern ve demokratik bir cumhuriyet yapısıyla tamamen çelişen ve uygunsuz bir kurum olarak gördüğü halifelik makamının kaldırılmasıdır. Halifeliğin kaldırılmasını takip eden yıllarda çağdaş ve demokratik bir devletin reformlar dönemi başlamıştır. Hughes, bu düşünceyi şu sözlerle ifade etmiştir: “…1914’ten sonraki on yıl boyunca reformlar birbirini izledi. Fes giymek yasaklandı ve İslami kıyafetlerin yerini batı tarzı kıyafet aldı; İslam hukuku yerine batı yasaları kabul edildi; kadın hakları tanındı; Arap harflerinin yerine Latin Alfabesi getirildi…” (s.50.)

1.bölüm “Atatürk’ün Türk Demokrasisini Açıklama ve Yayma Çabaları” başlığı ile sonlandırılmıştır. Bu kısımda Atatürk’ün reform programı içinde yer alan eylemleri kaleme alınmıştır. Türk demokrasisinin yaratılması esnasında herhangi bir ülkenin demokrasi anlayışının olduğu gibi alınmayacağını Türk toplumunun ihtiyaçları doğrultusunda bu sürecin işleyeceğini dile getirmiştir. Sözü edilen süreç içerisinde önemli bir detay da yazar tarafından okuyucuyla paylaşılmıştır. Bu detay Atatürk’ün 1931 yılında basılan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabı ile ilgili bilgiler vermesidir. “…Bu kitap Atatürk tarafından demokratikleşme sürecine başlayan Türk halkına bir buyruk ve bir rehber olarak sunulmuştur. Bu kitabın amacı bir demokraside vatandaşlık değer ve ilkelerinin sadece o zamanki ve gelecekteki ortaöğretim öğrencileri için değil tüm vatandaşlar için yayılmasıydı.” (s.59.) sözleri Atatürk’ün başbakan İnönü’ye Medeni Bilgiler I ile ilgili yazdığı bir mektubunda yer alan sözlerdir.

Yazar 1929 – 1930 yıllarını değerlendirirken ülkedeki siyasi gelişmeler hakkındaki bilgi ve düşüncelerini okuyucuya aktarmış ve ülkenin siyasi yapılanmasıyla ilgili bilgiler de aktarmıştır. Serbest Cumhuriyet fırkasının kurulması ve daha önce kurulan ilk muhalefet partisinin yapısı ve kapatılma nedenleri anlatımda yer alan konulardır.

Kitabın 2.bölümü “Atatürk’ten Atatürkçülüğe” başlığı altında yine alt başlıklarla ayrıntılı ve bilimsel olarak ele alınmıştır. Bu bölümde ilk olarak “Kemalist İdeolojinin Ortaya Çıkışı” başlığı altında Kemalizm ideolojisi üzerine kendi düşünceleri ile bu konuda bilimsel olarak çalışma yapan isimlerin düşüncelerine yer vermiştir. Kemalist ideolojinin yaratılmasında yapılan çalışmalar ve bu çalışmaların öne çıkan isimlerinin düşüncelerine sıklıkla yer veren yazar, Atatürk’ün açıkça bir Kemalist ideolojinin gelişimini desteklediği veya buna yol gösterdiği görüşünü desteklemediğini de belirtmiştir. Böyle bir ideoloji geliştirme fikrinin Atatürk’ten değil diğer siyasi ve entelektüel figürlerden çıktığına dair güçlü kanıtların olduğundan söz etmiştir. Bu güçlü isimlerden örneklerde veren yazar, alıntılarla anlatımını güçlendirmiş ve zenginleştirmiştir.

Şevket Süreyya Aydemir ile ilgili yazar şu ifadeleri kullanmıştır: “15 Ocak 1931’de Ankara’da bir konferansta, Aydemir’in yaptığı bir konuşma Kemalist ideoloji yaratma hareketinde bir katalizör görevi gördü. Bu konuşmasında Kemalist ideolojinin hala tamamlanmamış olduğunu, devrimin derinliğini ve genişliğini çoğaltmak için milletin, halkın özellikle de genç jenerasyonun inkılâp şuuru ile aşılanması gerektiğini ileri sürdü.” (s.71.) Aydemir’in bu sözleri yazarın ileride ayrıntılı olarak inceleyeceği kadroların varlığını işaret etmektedir. Burada dikkat çekilmesi gereken konu şudur; Atatürk’ün Kemalist ideoloji ile ilgili görüş beyan etmemesi, CHP kongresinde dahi programın temelini oluşturacak altı ilkeden söz etmemesidir. Bu bölümün önemli anlatımlarından ve konularından biri de Aydemir ve beş arkadaşının çıkarmış olduğu “Kadro” adlı dergi ve derginin sosyo-politik ve ekonomik bakış açısının ele almasıdır. Kitapta kadro ekibinin yaptığı çalışmalar, Atatürk’ün ekibin çalışmaları karşısında ki tutumları ve dergide çıkan makaleler hakkındaki düşünceleri ayrıntılı ele alınmıştır. Atatürk zaman zaman çıkan yazılar hakkında şikâyetler işitmiş, bu konuda derginin yayıncısı Karaosmanoğlu’na düşüncelerini açıkça ifade etmiştir. Yazar, kadro hareketine Atatürk’ün bakışını anlatırken şu ifadeleri kullanmıştır: “…kadro hareketi, eğer Atatürk böyle bir şeyi arzulasaydı, açık bir Kemalist ideolojinin gelişimi için çok güzel bir fırsat olabilirdi. Fakat Atatürk derginin amaçları ve aktiviteleri üzerinde ciddi ciddi düşündükten sonra bilerek kapanışına yol açacak adımlar atmıştır. Böylece, Kadro olayı sadece Atatürk’ün kendisinin devrim ilkelerini açık bir Kemalist ideolojiye çevirmekten kaçındığına değil aynı zamanda başkalarının da bu yönde hareketlerine karşı geldiğine de güçlü kanıt teşkil etmektedir.” (s.76.) Hughes bu değerlendirmeden sonra Kemalizm ideolojisini geliştirmeyi amaçlayan, “altı ok” u CHP ideolojisinin bir sembolüne ve ifadesine dönüştürmede önemli rol oynayan Recep Peker isminde ve düşüncelerinden söz etmiştir.

Sonuç olarak yazarın tüm çalışmalar sonunda ki tespiti şöyledir: “…1936 yılı itibariyle Kemalist devrim için bir ideoloji açıklama amacıyla iki ciddi çaba olmuştur: biri Kadrocular tarafından ve ikincisi Peker ve onu destekleyenler tarafından. Atatürk her ikisini de geri çevirmiştir.” (s.78.)

Yazarın da ifade ettiği ve örneklerle zenginleştirdiği bilimsel bilgiler gösteriyor ki, Atatürk bu tarz eylemler karşısında mesafeli davranmış, hareketlerinin ve düşüncelerinin sistematik olarak açıklanmasından yana olmamıştır. Kemalizm kavramının Atatürk yaşadığı sürece siyasi bir ideoloji olarak sunulması söz konusu olmamış, büyük önder ideolojik siyaset tarzının demokratikleşme sürecine zararları olacağı düşüncesiyle Kemalist ideoloji yaratılmasından uzak durmuştur.

Yazar, kitabının bu kısmında 1938-1950 yılları arasında gelişen siyasi olayları Atatürk sonrası Kemalizm kavramını ve İnönü yıllarını “Atatürk’ten Sonra Kemalizm İnönü Yılları: 1938-1950” başlığı altında irdelemiştir. Öncelikle Atatürk’ün ölümünden sonra ülkenin siyasi durumu hakkında durum tespiti yapan yazar, İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminin siyasi zorluklarını, İnönü’nün bu dönemdeki otoriter yönetim anlayışının dönem koşulları içinde kaçınılmaz olduğunu dile getirmiştir. İnönü döneminin en önemli siyasi gelişmelerinden biri Hughes’in de anlattığı gibi CHP Hükümetine karşı artan memnuniyetsizlik, Kemalizm’in din karşıtlığı olarak algılanması, laikliğin dinsizlik olarak değerlendirilmesi sonucu siyasi sistemde köklü değişiklikler yapılmasının zorunlu hale gelmesidir. Bu gelişme 1946 yılı başında dört kişi tarafından dörtlü takririn imzalanmasıyla Demokrat Parti’nin kurulması sonucunu doğurmuştur. Bu tarihten itibaren kurulan siyasi parti sayısı artmış, siyaset konusuna ilgi bir hayli artmıştır. Yazar kitabının bu kısmında İsmet İnönü’nün CHP taraftarları tarafından “İkinci Adam” olarak görülmesini de dile getirmiştir. Ancak gözden kaçan veya fark edilmeyen gerçek şuydu; İnönü’ye duyulan saygı ve sevgi ile CHP’ye duyulan sevgi aynı değildi. Yazarın örnekler vererek anlattığı iki parti arasındaki farklar aynı amaç fakat farklı tarz ve vurgu olarak özetlenmiştir. Dönemin siyasi koşullarının ve yaşanan siyasi gelişmelerin irdelendiği satırlarda yazar özellikle CHP’nin oy kaygısı nedeniyle attığı siyasi adımları, laiklik savunan bir partinin tezatlığı olarak değerlendirmiştir.

Yazar ülkenin 1950’lere gelene kadar gelişmelerini okuyucuya aktarırken sadece siyasi pencereden değil eğitim açısından da yaşanan gelişmeleri kaleme almıştır. Okullarda yapılan müfredat değişikleri, okutulan derslere yapılan eklemeler yazarın ele aldığı konulardır. Bunlara ek olarak 1940’larda önemli bir değişim görülmüş, subay ve harp okulu öğrencileri askerlik dışında ki olaylara katılımları ve ilgileri artmıştı. Sonuç olarak yazarın bu başlık altında ki son tespiti şu cümlelerde aranabilir: “…1930’larda Kemalist ideoloji geliştirme konusuna önemli derecede ilgi gösteren entelektüeller görünen o ki 1940’larda bu konuya daha az ilgi göstermişlerdir.” (s.93.)

Varılan bu sonucu etkileyen konular, dönem içerisinde yaşanan iç ve dış siyasi durumdaki olaylardır diyebiliriz. İç siyasette çok partili siyasi döneme geçiş ve dışta savaşla ilgili gelişmeler.

1950-1960 yılları arasında ki gelişmeler “DP Yılları: 1950-1960” başlığı altında incelenmiştir. Adı geçen yıllarda siyasi güç, DP Hükümeti’nin elindedir. İki siyasi parti arasında ki anlaşmazlıkların nedenlerine değinen yazar, 1950 ve 1960 yıllarının genel özelliklerini okuyucuya aktarmıştır. 1960 darbesi, yaşanan siyasi gelişmeler, döneme damgasını vuran isimler bu kısımda ele alına konulardır. Askerlerin DP Hükümetine dair sıkıntıları darbe yaşanmasına kadar ki süreçte yaşanan olumsuzluklar kaleme alınan diğer konulardır. DP Hükümetinin askerler gözünde ki olumsuzlukları, yanlışları, dönemin siyasi olaylarıyla birlikte anlatılmıştır. 1950 yılı boyunca Kemalizm ile ilgili yazar şu ifadeleri kullanmıştır: “…1950’ler boyunca Kemalizm’in açık seçik bir ideoloji olarak gelişmesiyle ilgili olarak DP Hükümeti bunu n gelişimini ya da yasallaşmasını ilerletmek için hiçbir çaba göstermemiştir…” (s.107.)

Yazar, 1960’ların ilk yarısı ile ilgili olarak “DP Sonrası Dönem: 1960’ların İlk Yarısı” başlığını kullanmış, Türkiye’nin yaşanan darbe ve siyasi değişim sonrası nasıl yönetildiğine ilişkin okuyucuya bilgiler aktarmıştır. Biri 1962 diğeri 1963 yıllarında olmak üzere başarısızlıkla sonuçlanan iki darbe girişiminden söz eden yazar, bundan sonraki darbe girişimlerini de anlatımını konu etmiştir. Bu dönemde yazarın dikkatini çektiği nokta demokratikleşme sürecinin bu yıllarında Kemalizm kavramının süreci engelleyecek şekilde kötüye kullanılma çabaları ve çalışmalarıdır. Bu dönemde ortaya çıkan bekli de “en demokratik anayasa” olarak adlandırabileceğimiz anayasa ortaya çıkmıştır. Yeni hazırlanan anayasa için yazar ile konuşan eski Milli Birlik Komitesi üyelerinden biri özellikle 2. maddeden “altı ok”un çıkarılması ile ilgili şu ifadeleri kullanmıştır: “…biz bütün maddelere Atatürk’ün ruhunu koyduk, bu yüzden bunları (açıkça) 2.maddede belirtmenin gereği yoktur.” (s.115.) Aslında bu ifadeden çıkarılabilecek sonuç şu olabilir: “altı ok” CHP’nin sembolüdür ve bu hareket bilinçli bir harekettir.

Yazar bu bilgilerin ardından yeni anayasanın ilanıyla birlikte yapılan yeni düzenlemeler ile ilgili bilgiler de aktarmıştır. Bu düzenlemelerden biri okullarda ki din eğitimi ile ilgili olan düzenlemelerdir. Diğer bir düzenleme Genelkurmay’ın durumu ile ilgilidir. Genelkurmay, başbakanlığa bağlanmıştır. Yazar, 1960’lı yılların başları ile ilgili bir saptama yapmış ve dönemi Atatürkçülüğün gelişimi açısından değerlendirmiştir. “…1960’ların başlarındaki gelişmeleri Atatürkçülük gelişimi açısından özetlersek, birçok entelektüel arasında Atatürkçülüğü sadece eski “altı ok” bakımından açıklamanın artık yeterli olmadığı fark edilmiştir.” (s.120.)

Sonuç olarak dönemi değerlendirdiğimizde şunu söyleyebiliriz: Siyasi yapı içinde Atatürkçü felsefe siyasi erki ele geçirmek isteyenler için oy kaygısı içinde ele alınan bir kavram iken, askeri yapıda durum tamamen farklıdır. Askeri yapı siyasi partilerin Atatürkçülük felsefelerine kuşkuyla yaklaşmış, kendi içlerinde Atatürk’ün kişiliği ve askeri dehasına odaklanmışlardır.

Hughes kitabının 3.ana bölümüne geldiğinde “Resmi Atatürkçülük” başlığı altında 1960’ların sonları ile 1970 sonlarını ele almış ve en son 1980 sonrası Atatürkçülük yaklaşımlarını ele almıştır. Yazar bundan sonra kaleme alacağı düşünceleri için tepki yılları ifadesini kullanmıştır. Çünkü bu dönem ideolojik dalgalanmalar açısından oldukça hareketli ve zor geçen yıllardır. Garip olan durum şuydu ki komünizm ile mücadele ediliyor, ancak mücadele aracı olarak Atatürkçülükten hiç söz edilmiyordu. Yazar bu bölümde okuyuculara 1960’lı yılların siyasi ve sosyal yapısı ile ilgili ayrıntılı bilgiler aktarmaktadır. Okullarda ki mili güvenlik derslerinden, üniversitelerde ki öğrenci olaylarından ve darbe düşüncelerinden bu bölümde pek çok kaynak ve kişiden alıntı yapılarak bahsedilmiştir. Dönemin Türkiye’sin de gelişen siyasi ve sosyal gelişmeler, beraberinde siyasi yapıda değişiklikleri de getirmiş hatta bu değişiklikleri zorunlu kılmıştır. Yazar, ayrıca Kemalizm konusunu bu bölümde de ele alırken konuyla ilgili eserleri olan önemli isimlerin düşüncelerine de yer vermiştir.

Bu dönem eserlerden dikkat çeken durum şudur: “ideoloji” teriminin yerini “düşünce” terimine bırakmış olmasıdır. 1960 darbesi sonrası ülkede yaşanan siyasi karmaşa Atatürkçülük kavramının askerler tarafından özellikle işlenmiştir. Amaç, halkın farklı diğer ideolojiler etrafında birleşmelerinin önüne geçmektir aslında. Yazar, kitabının 135. Sayfasında bu konu ile ilgili bir generale ait düşüncelere yer vermiştir.

70’li yılların sonları, 80’li yılların başlarına gelene kadar ki gelişmeleri Atatürkçülük açısından irdeleyen yazar, eğitim kurumlarında ki işleyişe, ordu içinde ki yaklaşımlara bu bölümde yer ver vermiştir. Dönemin siyasi gelişmelerini yine dönemlere damgasını vuran isimlerle ve onların düşünceleriyle zenginleştiren Hughes, zaman zaman okuyucunun kavramakta zorluk çekebileceği bazı ayrıntılara da yer vermiştir.

12 Eylül 1980 Sonrası Atatürkçülük” başlığı” bu bölümün son alt başlığıdır. Bu dönem 80 darbesi ile ordunun gücü ele geçirdiği dönemdir. İzlenen yol ve politika Atatürkçülüğün güçlü ve etkili bir şekilde etkin olacağı yöndedir. Toplumun her kesimine Atatürkçülük öğretisinin yoğun olarak aşılandığı bir dönemdir 80’li yıllar. Eğitim alanında bu konuda atılan önemli adımlar aynı şekilde ordu içinde de Atatürk ve Atatürkçülüğün yoğun olarak ele alınması dönemin önemli özellikleridir. Bu başlık altında özellikle 80 darbesi sonrası gücü ele geçiren Orgeneral Evren’in Atatürkçülük öğretisini yoğun olarak işlediğine dair ayrıntılı bilgiler yer almaktadır. Gerek okullarda okutulan dersler gerekse orduda bu konuda önemli adımlar atılmıştır. “…1981 -1882 öğretim yılının sonlarında öğrencilere sistematik olarak Atatürkçülüğü aşılama çabası her geçen gün hız kazanmıştır…” (s.154.)

1981 yılı “Atatürk” adının ve “Atatürkçülük” kavramının yoğun olarak gündemde olduğu bir yıldır. Atatürkçülüğü yoğun bir şekilde vurgulamaya yönelik projeler bu dönemin en önemli özellikleri olarak yazar tarafından kaleme alınmıştır. Bu genel durum 6 Kasım 1983 seçimleri sonrasında değişikliklere uğramıştır. Sivil yönetimin başa gelmesi, pek çok komutanın emekliye ayrılması bu genel tablonun değişmesinde ki nedenler olarak yazar tarafından dile getirilmiştir. Dönemin siyasi yapısını anlayabilmek amacıyla Hughes, döneme damgasını vuran isimlerin görüşlerine de sıklıkla yer vermiştir.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Demokratik bir anlayışın Atatürkçülük kavramı ile yakın ilişkilerinin dönem dönem ele alındığı kitap, dönemlerin siyasi, sosyal ve ekonomik durumlarının yansıtılması açısından da önemli bir kaynak niteliğindedir. Kitabı farklı kılan özelliklerden belki de en önemlisi yazarının bir yabancı olması, Türkiye’de bulunduğu süre içerisinde ülkenin siyasi ve askeri yapısına pek çok siyasi ve sosyal değişken açısından bakmasıdır. Yabancı bir yazar tarafından böyle bir kitap kaleme alınması ayrıca farklı bir bakış açısında olaylara bakma adına oldukça önemli bir gelişmedir.

Kitabın bütününe baktığımızda, Türkiye’deki demokratikleşme aşamaları içinde Atatürkçülük konusu her zaman çok sorunsuz işleyen bir konu olmamıştır. Dönemlerin siyasi olayları ve dönemlere damgasını vuran isimlerin siyasi bakış açıları değerlendirmeler üzerinde etkili olmuştur. Çarpıcı konulardan biri özellikle okullarda din eğitiminin zorunlu hale getirilmesiyle birlikte yaşanan gelişmelerdir. Tüm anlatılanlar ve yaşananlar gösteriyor ki farklı siyasi görüşe sahip gruplar her dönem kitaba konu olan “Atatürkçülük” kavramını kendi doğrultularında kullanmaya çalışmışlardır. Siyasi ve askeri yönetimler döneminde ki bakış açıları ve uygulamalar kitapta yabancı bir asker tarafından oldukça başarılı bir anlatımla verilmiştir.

Üzerinde durulması gereken konulardan biri bekli de kimi zaman bazı aşırılıkların artı yönde değil eksi yönde gelişmelere sebep olabileceğidir. İçerik ve anlayış değişikliklerinden ziyade şekilsel olarak yapılan değişikliklerin sadece siyasi yapıda değil sosyal ve kültürel yapıda da olumsuz sonuçlar doğuracağı inancındayım. Atatürk ilke ve inkılâplarının, Atatürkçülük öğretisinin kitlelere doğru aktarılması ehil ellerde olmalıdır. Eğitim kurumlarında bunların uygulayıcıları öğretmenlerdir. Kavramlar öğretilirken araştırma, irdeleme ve sorgulama alanları yaratılmalıdır. Sadece kavram bilgisi vermek yeterli olmayacaktır. Bu noktada doğru kaynaklara yönlendirmek atılacak en önemli adımdır.

İrdelenmesi gereken konulardan biri de şudur: Mustafa Kemal ordunun ve askerin siyasi gelişmeler içinde olmaması gerektiği düşüncesindedir. Nitekim 1919 yılında askeri üniformasını çıkarması bunun en güzel kanıtıdır. Ancak ülkede yaşanan darbe dönemleri ve askerin, siyasi yapı üzerinde ki etkililiği dikkat edilmesi gereken bir konudur. Her ne kadar gücü elinde tutan askeri yapı Atatürkçülüğün tehdit ve tehlike altında olduğu gerekçesiyle hareket etse de Atatürkçülüğün bazı düşüncelere körü körüne hizmet etmesi doğru bir yaklaşım olarak değerlendirilmemelidir.


Dipnotlar 

[1]Preston Hughes, Türkiye’nin Demokratikleşme Sürecinde Atatürkçülük, 2.Baskı, Arkadaş Yayınevi, Ankara,

2009, s.57.

] }

AKADEMİK KAYNAK
 

 TR